radyobir
radyobir

"Kötü sese ve aptala tahammülüm yok"

Şarkıcı Linet çok güçlü sesine rağmen müzik piyasasında hak ettiği yeri edinemediğini düşünüyor. Bir dönem, doğup büyüdüğü İsrail'e dönüp yedi sene sonra Türkiye'ye geri gelen Linet "Ben popülerlikten yana değilim" diyor...

05 Nisan 2015 07:09 | Kategori: Magazin

Siz bir yok oldunuz. Sonra geri geldiniz. O yok olma neydi? Sonra ne oldu da geri geldiniz?

Hangisi 2006’da geri döndüğüm mü? Başka bir şeyler denemek istedim. Biraz dinlenmek istedim. Buradaki ortama pek adapte olamadım. Çok hırslı bir piyasaydı o zaman. Hâlâ öyle. Ama o zaman belki çok gençtim ve kaldıramadım bazı şeyleri. "Alın sizin olsun” gibi bir düşünceye kapıldım. Onun için dinleneyim dedim. Bir, iki sene için gitmiştim ama baktım yedi yıl geçmiş. Tabii orada da durmadım. Orada da müzik çalışmalarıma devam ettim. Hem de iş yapmaya çalıştım.

Orada dediğiniz İsrail mi?

İsrail. Bir alışveriş merkezinde tatlıcı zinciri açtım.

Türk tatlısı?

Yok, Türk tatlısı değil. Haribo. Lastik gibi olanlar. Çocuklarla beraber olmak istedim biraz da. Yeni bir şeyler denemek istedim.

Aslında anlattıklarınızdan anladığım kadarıyla küsüp gitmeydi.

Tam küsmedim. Ne bileyim.

Yani ya da benim artık bu "Ayak oyunlarını ne kafam kaldırıyor ne midem kaldırıyor” gibi. 

Gibi.

Ne oldu ki bu kadar büyük?

Hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey olmadığı için ben kalamadım. Çünkü telefon başında iş bekliyorsunuz. Bakıyorsunuz ki hiçbir yerden size gelir sağlanamıyor. Çok konuşuluyorsunuz, çok biliniyorsunuz. 95 yılında Türkiye yıkıldı. Milyon sattı albümüm. Ama bunu hiçbir şekilde paraya çeviremiyorsunuz.

Yeni para kazanma yöntemleri aradınız aslında. 

Yani. Tabii olanları görüyorsunuz etrafta. İlla çok mu güzel olmak lazım? Çok soyunmak mı lazım? Ne bileyim çevrenin çok mu iyi olması lazım? Benim çevrem yoktu. Kimseyi tanımıyordum. Beni yönlendiren kimse de yoktu. 
 
Orhan Gencebay ile beraber çalışmadınız mı?

Çalıştık ama sadece albüm yaptık. O bana sadece müzikte bir şeyler katabildi. Bana yol gösterecek, burası bu şekilde olur gibi bir şey yoktu. Ondan faydalanamadım. Sahne işleriyle alakalı değil, çevreyle alakalı bunlar. Tabi biz ilk albümü çıkardığım zaman herkes çok şaşırdı. Allah rahmet eylesin Fahrettin Aslan bile albüm çıkmadan önce sesimi dinletmişti. Müzeyyen Senar, Allah rahmet eylesin, kendi aradı. "Nereden buldun bu kızı, nasıl bir sestir” diye. Fakat albüm çıktıktan sonra Fahrettin Aslan dedi ki "Bu kızı farklı bekliyordum, ‘Batsın Bu Dünya’ ile arabeski yapıştırmamamız gerekiyordu. Bu kız bir assolisttir.” O benim gazinomda assolist olarak çıkmalı dedi. Fakat o dönemlere ben yetişemedim. Son dönemlerdi. Arabesk denildi, çok tutuldu, çok sevildi.

Sizin Seyfi Bey’le Yeşilyurt’ta sambada çalıştınız.

Sen birebir benim o dönemi çok iyi yaşadın. Ondan sonra Linet’in ilk sahne aldığı yer Zorba olmamalıydı.  Açıkçası bu büyük isimle büyük oynanmadı. Bu sesten çok korktu Türkiye. Yazık, çok yazık. Ben tırnaklarımla kazıyarak bir şeyleri yapmaya çalışıyorum.

Peki, ne oldu da tamam artık dönebilirim dediniz? Orada iflas mı oldu? Hayat tekrar sizi burada şarkı söylemeye mi sürükledi? 

Dönüşüm çok enteresan oldu. Ben geçen onca zamandan sonra "Olmaz artık” diye düşünüp dönmeyeceğimi sanıyordum. Yedi yıl geçmişti. Unuttular beni diye düşündüm. İstanbul’a ayak bile basmamıştım. Ondan sonra ne yaparım, ne ederim, nereden başlarsın diye düşünürken o artık hayal gibi kalmıştı. Olması mümkün değildi. Ben orada kişiliğimin yanında, diğer taraftan da bir kadın olduğumu keşfettim. İşte o zayıflama dönemi, ondan sonra oradaki beyin olarak, karakter olarak daha sağlam daha kişilik sahibi, kararını kendi verebilecek olayları yaşadım. Zaman aldı ama o süreç benim için çok önemliymiş. İyi ki öyle bir şey olmuş. Çok hazırlıksız yakalandım ben 95 yılında. 17 yaşındaydım. Hazır döndüm. Onu hissettim. Ve dönüşüm, çok enteresan bir teklifle başladı. Yıllar sonra birisi beni aradı. "Linet Hanım, çalışır mısınız?” diye. "Bir daha sahneye çıkar mısınız Türkiye’de?” Hatta bir sanatçı arkadaşıma sordum. İzmir’deydim o ara. Çıkılır mı nasıl bir yerdir diye. Çok güzel aile yeriymiş. Orada ben bir aylığına gelmiştim ama iki, üç yıl sahneye çıktım.

O kilolu olduğunuz dönem kendinizle barışık olmadığınız bir dönem mi? 

Asla.

Kendinize kızıp kızıp mı yemek yiyordunuz acaba? Bu bir intikam mıydı?

Hayır, intikam değil. Küçüklüğümden beri her zaman iştahlı bir çocuktum. Çok şişman değildim ama iriydim. Mesela yeğenlerime bakıyorum şimdi benim çocukluğumdan daha kilolular. Ben o kadar kilolu değildim. Ama o bir takıntıydı. Neden? Çünkü ortadasın. Ne çok şişmansın ne çok zayıfsın. Kıyafetini ona göre seçemiyorsun. Makyajını saçını oturtamıyorsun. Tabii ergenlik çağı. Bir arayışla herkesin geçirdiği bir rüküşlük dönemi var. Ama bunu algılayana kadar yaş 40 oluyor. Onun için her şey bir zaman. Hayat tecrübe. Yaşadığın sürece de hep yeni şeyler öğrenmeye devam ediyorsun. Öldükten sonra da devam edeceğiz o kesin. Ama yani bugün arkaya baktığımda hiçbir şey için pişman değilim. İyi ki o dönemi yaşadım, iyi ki o kopukluk oldu.

Siz o zaman İsrail’de mi kilo vermeye başlamıştınız?

Tabii, İsrail’de ben kilo verdim. Şimdi bir aylığına çağırıldım Türkiye’de. O dönemde tam zayıflıyordum.  Her şey zamanında denk geldi. Bende hep öyle oluyor. Ani gelişiyor. Ben hiçbir zaman hayatımı planlı programlı yaşayamadım. Çok sürprizlerle dolu. Mesela aklımda bir şey var. Diyorum ki ben bunu nasıl çözerim. Zor çözüm o gün içerisinde bana ulaşır. Yani ister psişik de ister şusun de. Herkes istediğini söyleyebilir. Ama ben öyle yaşıyorum ve her gün mucizeleri görüyorum.

Siz İsrail doğumlu musunuz?

Ben İsrail doğumluyum. Fakat annem Bursa’da babam İstanbul’da doğmuş. Abim ve ablam da Türkiye’de doğdu. Ondan sonra 72 yılında İsrail’e annem davet ediliyor şarkı söylemek için. Çünkü çok büyük bir göç vardı Türkiye’den. Oradaki Türk Musevileri Türk müziğine hayrandı. Âşık bekliyor, özlüyor. Annemi davet ettiler. İlk babamla gittiler, baktılar. Baya iyi olduğunu gördüler. Güzel, çok iş var. Bunlar baya bir kaldı. Sonra abimler, ablamlar geldi. Bir kere sosyal olarak villa verildi iki çocukla gitti çünkü annem. Çocuklar hemen okula alındı. Maaşı bağlandı. Annem zaten çalışıyordu, ekonomik olarak çok rahatladı.

Burada ne iş yapıyordu ki aileniz? 

Babam ‘Bakara’ mağazasının müdürüydü. Beyoğlu’nda, günde üç kere takım elbise değiştiren bir İstanbul beyefendisiydi.
 
BU BİR İNSANLIK KATLİAMI

Çocukluğunuza ait kötü anılarınız var mı Linet hanım? Azınlık olmakla ilgili, Gayrimüslim olmakla ilgili. O zamanda dışlanır mıydı insanlar?

Bilmiyorum ki ben İsrail’de doğduğum için... Onu pek yaşayamadım bilmiyorum açıkçası. Annemde hiçbir zaman bir şey söylemedi bize. Tam tersine çocukluğumun ne kadar güzel olduğunu her zaman Türkiye’yi özlediğini söylemişti. Annemin ben doğduktan sonra geri dönememesinin tek sebebi ben küçükken babamı kaybettik. Bir kadın tek başına üç tane çocukla Türkiye’de olmazdı. Ama ben Türkiye’ye küçüklüğümden beri geliyorum. Tatillerde Türkiye’ye getiriyordu annem bizi.

Şimdi tedirgin oluyor musunuz zaman zaman?

Tedirgin değilim. Üzülüyorum sadece. Yazık yani insanları rengiyle, diniyle bölmeye çalışmak. Bu bir katliam. İnsanlık katliamı. Bizim birbirimizle paylaşamayacağımız hiçbir şey yok ki. Her şeyi paylaşıyoruz. Ekmek paylaşıyoruz, müzik paylaşıyoruz. Her şeyi paylaşıyoruz ve bu zenginlikle de gurur duyuyoruz. Ama bunun halkla hiçbir alakası olmadığını çok iyi biliyorum. Onun için bir endişe taşımıyorum açıkçası. Asla taşımadım. Karşılaşmadım da Allah’a şükürler olsun. Allah’ta karşılaştırmasın.

Amin. Bizim kültürümüzde var bu. 

Baktığın zaman Avrupa’da daha büyük tehlike var. Türkiye’de değil, Almanya’da, Fransa’da.

Siz çifte vatandaş oldunuz mu?

Tabii tabii.

Sonra yılbaşında bir tatsızlık oldu. 

Evet.

O neydi? Size hiç kimse "Yeni yıla iki sanatçı birlikte girecek sahnede” gibi şeyler söylemedi mi? 

Tabii tabii her şey söylendi. Her şey konuşuldu. Fakat şöyle konuşuldu. Menajerim dedi ki "Diğer sanatçı ile saat 24.00’de beraber olacağız” dedi. "Bakarız” dedim. O güne geldik. Medyada bakıyorum yaptıkları reklama. Buraya kadar diğer sanatçı ile beraber çıkıyoruz. (Eli ile ilanın boyutlarını gösteriyor) Dedim ki menajerime "Üç ay boyunca reklam yapıyorlar şunu düzeltsinler, ayıptır” dedim. Herkes haddini bilecek. Otele gittim bir afiş gördüm. "Ne oluyoruz” dedim. Diğer sanatçı mı doldurdu salonu?  Onun da bir kitlesi vardır, ben bir şey demiyorum. Ama her işin bir raconu var. Ben hayatımda da racona göre de gitmedim. Böyle bir kadın da değilim. Ben böyle şeylere takılmıyorum. Ama resmen gözüme batırır gibi bir reklam oldu. Ben de menajerime, ilanın resmini çekip yolladım. "Ben bunu görmedim, nasıl böyle bir şey yaptılar” şeklinde yazıştık. Dedim Oğuz abi bu iyi niyeti suistimal etmek. "Evet, ben de inanamıyorum, gelince konuşacağım” dedi. "Burada ben iyi bir niyet sezmiyorum, bu adamı 24.00’de sahneye çıkarmıyorum   " dedim. Bunun üzerine menajerim bana hiçbir şey yazmadı. Ertesi gün de ne telefon ne yazmak. O da Kıbrıs’a geldi ertesi gün. Ne yanıma geldi ne telefon açtı. Menajerim de, bir şey söylemeyince olay unutuldu. Bana hiçbir şey demediğine bir problem yok diye düşündüm açıkçası. Ben 7’de giyindim. Gazeteci arkadaşlarım geldi. Çeksinler fotoğrafımı diye ben erkenden makyajımı da yaptım. Benim problem çıkaracak, kapris yapacak bir durumum yok. Sahneye çıktım. Saat 24.00’e yaklaşıyor. Sahnedeyken müdür bana saatini gösteriyordu. "Ne oldu?” dedim. "Beş var” dedi. "Biliyorum” dedim. "Diğer sanatçıyı çağıracaksın sahneye” diyor bana. "Çağırmayacağım” dedim. O zaman "Sen sahneden in” dediler. Bu nasıl bir iştir? Sen kimi kime tercih ediyorsun, bir. İkincisi sen kimsin ki bir sanatçıya orada müdahale edeceksin. Benim yarıma kadar orada olmam lazım, bunun imzası da vardı, ama diğer sanatçıyı saat 24.00’de sahneye çağırmamın imzası yok. Sen beni önceden indiremezsin.  Tesisat da diğer sanatçı arkadaşa ait. Tesisata gitmeler, mikrofonu kapatmalar, kudurmalar, delirmeler. Benim iki tane asistanımı da darp ettiler!

O kadar?

Tabii. Bir kız, bir de çocuk.

Ama biz bunları okumadık. Siz niye konuşmadınız sonra? 

Konuştum.

Ama her gün gazete okuyan, internette gezen bir insan olarak benim algım böyle değil. Benim algım "Linet Hanım kapris yaptı, Soner Olgun’u çağırmadı.”

Ben arkadaşı tanımam etmem, hayatımda oturup konuşmuşluğum yok. Tanımıyorum. Bana yaşatılanı ben kimseye yaşatmam. Ben zamanında çok çektim. İnsanlar beni görmemezliğe geldi. Ben orada oturmama rağmen ne ismimi zikretti ne yüzüme baktı. Tanımıyormuş gibi yaptılar!  Ben böyle çok olay yaşadığım için kimseye de yaşatmam. Ama olayın Soner Bey ile hiçbir alakası yok. Orada resmen terbiyesizce "Sen in, o çıksın” dediler bana. Sen kime emrediyorsun? Biz burada savaşıyor muyuz yoksa iş mi yapıyoruz? Ben müzik yapıyorum kardeşim. Benim moralimi bozamazsın. Sen bana bu şekilde gelemezsin. Hiç kimse gelemez. Ben senden zorla bir şey alabilir miyim?

Hayır.

Ama seni okşarsam ve Armağan’cım ne olur desem… Ne olursa olsun sen onu yaparsın. Ama böyle olmaz. Bu insanlık dışı bir olaydı ve hayatımda ilk kez böyle bir şey gördüm.

Sonra indiniz mi sahneden?

Hayır.

Yarıma kadar kaldınız.

00.15’e kadar çünkü mikrofonumu kapattılar.

Siz niye önerdiniz 12’de sahnede olmayı, ben de bunu anlamam?

Ben de, ne bileyim ben.

KÖTÜ SESE VE APTALLARA TAHAMMÜLÜM YOK

Hep ‘cover’ sanatçısı olarak mı anılmak istiyorsunuz?

Hayır. Eski albümlerimde her zaman bir cover koyardım, tek. 2009’da bir albüm yaptım, hepsi sıfır parçalardı. 2011’de single yaptım, hepsi sıfır parçalardı. Yorum farkına gelince Taşkın Sabah’la tanıştırdı beni. Oturduk konuştuk ne yapabiliriz diye. Proje yapmamız lazım dedik. Bende o döneme kadar canlı programlarda hep canlı okuduğumu fark ettim. Bu da insanların sevdiği eski şarkılar. YouTube’a bakıyoruz deli tıklanma.

Onlar daha çok dokunuyor sanırım insanlara. Diyecektim ki ‘İsyan’ın bu kadar patlaması mı bunda etkili oldu?

Bilmiyorum ki. Baktım YouTube’da deli tıklanıyor. Ben bunca sene iki sıfır albüm yaptım tık yok, dedim acaba insanlar sevdiği şarkıları benim sesimden duymayı daha mı çok seviyor diye yola çıktık. Ondan sonra yorum farkı yapalım dedim. Bana yakıştığını düşündüğüm şarkıları, bir de ben yorumlayayım dedim nasıl olacak. Biz bu kadar sükse beklemiyorduk açıkçası.

Kaç oktav sizin sesiniz?

Bilmiyorum, çokta meraklı değilim. Oktav değil, önemli olan, bir sesin karşı tarafa o elektriği, o duyguyu geçirebilmesidir.

Kıskanır mısınız güzel sesleri?

Asla. Çok severim.

Kötü ses dinlemeye tahammülünüz var mı?

Ne kötü sese, ne aptal insana tahammülüm var. Herkesin tabii şarkı söyleme hakkı var ama bunu profesyonel şekilde yapıyorsan benim kulağımı bozmaya hakkın yok. Ama bunu teknolojiyle en aza indirgiyorlar artık zaten! Yavaş düşünen, aptal insana ve kötü sese tahammülüm yok.

Artık şarkıcı olmak için iyi bir sese ihtiyaç yok ki. 

Her zaman gerekiyor. Eninde sonunda gerekiyor. Dediğiniz şeyi bir 10 yıl öncesine kadar yedirebiliyordunuz. Artık öyle değil. Eğer sesi kötüyse ikinci şarkıdan sonra kulağınız kaldırmıyor. Müzikten anlamayan bile onun kötü olduğunu anlıyor.

Sizin bu piyasada çok yakın arkadaşlıklarınız yok değil mi?

Yok.

Ben sizi hiç kimse ile yan yana görmemişimdir. Bu sizin tercihiniz mi?

Bu neye benziyor biliyor musun? Ben seni ekranda görüyorum ve bir yerde karşılaştığımız zaman sen bana tanıdık geliyorsun ama sen beni tanımıyorsun. Bir insanla arkadaşlık kurmak için onunla büyümek lazım, bir şeyleri paylaşmak lazım. İlla ikimizde tanınıyoruz diye bizim dost olabilmemiz gerekmez. Ama mesela bir turne yaparız ve arkadaş oluruz. Ama şimdi böyle bir şey yok. Çekimde bile denk gelmiyoruz.

İki cambaz bir ipte de zor oynuyor galiba.

Doğrudur. İstemem de ben şahsım olarak kimseyi kıskanmam, herkesin yolu açık olsun. Ama bir sanatçı olarak insanın kendisine odaklanması lazım. Ben kişilik olarak hemen diğer tarafa kaydığım ve ne yapabilirim diye kendimi feda ettiğim için olmuyor. Bakıyorum başkaları için yaşamaya başlıyorum. Kendimi unutuyorum ve bir kenara bırakıyorum.

Bu bir tercih o zaman.

Tercih.

Bunda geçmişte çok kırılıp gitmenizin etkisi var mı?

Zaman geçtikçe kendini çok kapatmaya başlıyorsun, ben onu dengelemeye çalışıyorum.

Savunma mekanizması geliştirmişsiniz gibi geldi.

Ama ben onu dengelemeye çalışıyorum. Bir insan kendini fazla kapatmaya başladı mı da kendini hasta edersin. Ben insanları seviyorum, insanların bana olan sevgisine saygı duyuyorum.

Magazinden de mi uzak duruyorsunuz?

Yok ki bir şeyim ne söyleyeyim. Sevgilim var kendime, bir şeyim var kendime. Ne anlatacağım.

2012’YE KADAR YOK SAYILDIM

Çok güzel sesim var, çok güzel sahnem var. Ben Türkiye’de ekstraya giden sanatçılardanım ve magazinimde olsaydı ben bu gün olduğum yerin üç katı daha büyük yerde olurdum diye düşünüyor musunuz?

Yok. Ben popülerlikten yana değilim ve popülerler çalışmıyor bence.

Bu piyasada kime kırıldınız en çok?

Kimseye kırılmadım.

Vardır, vardır.

Değişik bir düzendi. Benim alışık olduğum bir düzen değildi. Kimseye adapte olamadım.

Şöyle bir cümle kurabilir misiniz? "Benim sesimden ve yerimden korktukları için benim ayağımı kaydırmaya çalıştılar.”

Hayır.

Ama yok saydılar.

Yok saydılar, o kadar. Ben 2012’ye kadar yok sayıldım. Bu tam kelimesi. 2012’de dediler ki dünya sonu geliyor. Hâlbuki öyle bir şey yok enerjiler değişti. Bende 2012’den beri görülmeye başladım.

Marduk size yaradı yani?

Bana yaradı.

Televizyon seyreder misiniz?

Zamanım varsa dizi severim.

Hangisini?

‘Paramparça’, ‘Kaderimin Yazıldığı Gün’.

İçerisinde hep kötü insanların olduğu dizileri seyrediyorsunuz?

Biz böyleyiz. İçerisinde kan olmadan olmaz.

Bu kadar fazla iş ile meşgul olmak çok sıkıcı değil mi?

Hayır. Beni aşktan daha çok iş dolduruyor. Aşk durduruyor beni, çalışmak ise dolduruyor.

Bütün dünyanızı adam kaplayınca duruyor tabii.

Ona izin vermiyorum, ama ben ciddi bir karar aldım. Beni yoracak kimseyi hayatıma almıyorum. Ne arkadaş ne eş olarak.

Bilemezsiniz ki bunu.

Yorulduğum an giderim. Hiç affetmem. Ama büyük temizlikler yaptım hayatımda son dönemde, büyük yollar verdim.

Türkiye’nin içinde olduğu bu politik durum sizi de geriyor mu?

Geriyor tabii ki. Bende vatandaşım, burada yaşıyorum, vergimi veriyorum, çalışıyorum ve ekmek parası tabii ki. Yaptığım işte küçük bir fabrika. 50-100 kişi gelir sağlıyor benden. Bizim de çıkacak yerlerimiz, mekânlarımız kısıtlandıkça bizimde insanlara ulaşma şansımız daha da azalıyor. İnsanlar müziği hep deva gibi görüyor. Ama ne hak var, ne hukuk var. Hala herkes ağlıyor satış yok diye.

Bir de karpuz gibi ortadan ikiye bölündük ya.

İnanılmaz. Çok bölündük, çok üzülüyorum. Böyle olmamalıydı. Güzel bir toplumduk esasında.

Armağan Çağlayan (Radikal)

Sitemiz yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm haklarının sahibidir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
YUKARI