radyobir
radyobir

AB zirvesi öncesi "gemi baskını" krizi

"Gemi baskını" krizi ile Türkiye-AB hattında tansiyon yeniden arttı. Uzmanlar Aralık'taki kritik AB liderler zirvesine geri sayımın başladığı bir süreçte yaşanan gerilimi ve olası sonuçlarını DW Türkçe'ye değerlendirdi.

26 Kasım 2020 08:10 | Kategori: Dış Politika

Avrupa Birliği (AB) liderleninin Türkiye konusunu ele alacakları 10-11 Aralık'taki kritik zirve öncesinde tansiyon yükseliyor. Libya'ya silah ambargosunu denetlemekle görevli AB'nin deniz gücü İrini kapsamında görev yapan Alman askerlerinin, "silah ambargosunu ihlal ettiği şüphesiyle" Türk bandıralı Rosaline A isimli konteyner gemisinde arama yapmasıyla başlayan kriz, Almanya ile Türkiye arasında gerilime yol açtı. Son gelişmeler, AB-Türkiye ilişkilerinin geleceği açısından büyük önem taşıyan liderler zirvesi öncesinde diplomasi kulislerini hareketlendirdi.

İki kritik soru

Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanlarından Sinem Adar, 10-11 Aralık AB zirvesi öncesinde tırmanan bu gerilimi, "ne yazık ki zaten gergin olan ilişkileri daha da fazla germesi mümkün gelişmeler" sözleriyle değerlendirdi.

Adar, Türkiye'nin İrini misyonunun arama bildirimine neden dört saat boyunca yanıt vermediği ve İrini misyonunun hangi istihbarata dayanarak bir ticari gemide arama teşebbüsünde bulunduğunun açıklığa kavuşturulmasının önemli olduğuna dikkat çekerken, "Tam olarak ne olduğunu anlamak için bu sorulara verilecek yanıtlar önem taşıyor" diye konuştu.

"Misilleme olacaksa ölçülü ve akıllıca olmalı"

DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan TÜSİAD'ın Berlin Direktörü Alper Üçok ise yaşanan gerilimin zamamlamasının çok dikkat çekici olduğunu söyleyerek, "Türk hükümeti tam da AB ile iplerin kopmaması için kendini yeniden AB yönüne konumlandırmışken, dikkatler çok önem taşıyan AB zirvesine çevrilmişken bu olayın yaşanması son derece düşündürücü" görüşünü aktardı.



Üçok'a göre gerilimin zamanlaması dikkat çekici

Üçok, çok hassas bir süreçten geçilmekte olunduğunun altını çizdi, Türkiye'nin duygusal değil akıllıca tepki göstermesi gerektiğine işaret ederek, "Gayet tabii ki bir tepki verilmesi gerekiyor. Bu Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı açık denizde yapılmış askeri bir hareket. Ama tepkinin, yapılacaksa da misillemenin ölçülü ve akıllıca olması gerekiyor. AB’deki Türkiye karşıtı bloka koz verilmemesi, AB'nin bazı kararlarını provoke edecek adımlardan kaçınılması gerekiyor" dedi.

Açık denizde yapılan aramanın serbest ticarete de gölge düşürücü nitelik taşıdığına dikkat çeken Üçok, şunları kaydetti:

"Hiçbir ihbar, hiç bir istihbarat olmadan, rastgele kafanıza göre açık denizde bir gemiyi durdurup ‘ben şimdi burada silah arayacağım' deme hakkınız yok. Böyle bir hamle üzerinden mesaj verilmeye çalışılması özel sektör ve iş dünyası için de moral bozucu. Arkas şirketi, Türkiye'nin en büyük armatörlerinden. Avrupa’ya entegre olmuş bir firmadan sözediyoruz. Almanya’da yatırımları olan, Meckleburg-Vorpommern'de çok büyük ve önemli tersaneleri olan bir şirket."

Merkel stratejik sabırdan' vaz mı geçti?

Son gerilimde en çok dikkat çeken nokta Türk bandıralı geminin Alman fırkateyni tarafından durdurulması ve aramanın Alman askerleri tarafından yapılması.

Diplomasi kulislerinde Türkiye'ye yönelik "stratejik sabır" politikası izleyen Merkel hükümetinin, daha sert bir tutum takınılması gerektiğini savunan Fransa'nın çizgisine yakınlaştığı konuşuluyor. Hatta Aralık zirvesinde Türkiye'ye yönelik yaptırımların genişletilebileceği yorumları güç kazandı.

CATS uzmanı Sinem Adar, 1 Ekim'de AB'nin Türkiye'ye, Doğu Akdeniz'deki agresif siyasetini durdurması koşuluyla pozitif bir gündem önerdiğini hatırlatırken, bu süre zarfında AB'de Türkiye'ye karşı daha uzlaşmacı tavır sergilenmesini savunanları irite eden gelişmeler yaşandığına dikkat çekerek bunları şu sözlerle sıraladı:



Adar'a göre aramaların Alman askerlerince yapılması dikkat çekici

"1 Ekim'den sonra Kapalı Marış’ın açılması kararının Ankara'da ilan edilmesi, Fransa ile İslam konusunda yaşanan gerginlik, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Fransa'nın mallarını boykot çağrısı, Kapalı Maraş’ta Erdoğan'ın Kıbrıs’ta iki devletli çözüm konuşması ve nihayetinde Navtex ilanı ile Oruç Reis'in Doğu Akdeniz'deki faaliyetlerinin uzatılması… AB'de zaten ‘Türkiye yorgunluğu' var. Ayrıca Türkiye'nin dış politikasının yol açtığı irite olma halinin şiddetlenmesi sözkonusu. Bütün bu olaylar üst üste binince AB’de Türkiye’ye karşı daha uzlaşmacı tavır sergilenmesini destekleyen ülkelerin bile tavır değişikliğine gitmesi mümkün."

"Akıllı yaptırım" hazırlığı

AB halihazırda, "Doğu Akdeniz'de hidrokarbon arama faaliyetlerini planlama, yönetme ve uygulamadan" sorumlu oldukları gerekçesiyle Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'nin (TPAO) iki yöneticisine yaptırım uyguluyor.

AB'de, Türkiye'nin Aralık ayındaki zirveye kadar Doğu Akdeniz'deki "agresif tavrını" değiştirmemesi halinde uygulanacak ek yaptırımlara ilişkin hazırlıklar ise sürüyor. Türkiye ile Gümrük Birliği'nin fesih edilmesinden, Türk ihracat ürünlerinin boykotuna hatta tam üyelik müzakerelerinin sonlandırılmasına kadar uzanan pek çok yaptırım talebinin tartışıldığı kamuoyuna sızan bilgiler arasında.

Ancak AB Komisyonu'nun, Türk enerji sektörüne odaklandığı ve "akıllı yaptırımlar" yani toplumu değil, krizden sorumlu tutulan kurum ve sorumluları hedef alan yaptırımlar üzerinde durduğu edinilen bilgiler arasında. Brüksel, Erdoğan hükümetinin kötüye giden Türk ekonomisinin sorumluluğunu AB'ye yıkmasına yol açacak, Türkiye ekonomisini sarsacak ve halkın yaşam koşullarını daha da zora sokacak adımlardan kaçınılması gerektiğini savunuyor. Bu nedenle uygulanacaksa yaptırımların ilk aşamada yine Doğu Akdeniz'deki politikalardan sorumlu siyasiler, kurum ve yetkileri hedef alması gerektiği, bunu için de bir listenin hazırlandığı aktarılıyor.

"Yaptırım uygulanan ülke statüsü ekonomiyi zora sokar"

TÜSİAD Berlin Direktörü Alper Üçok, ekonomide zorlu bir süreçten geçmekte olan Türkiye'nin "yaptırım uygulanan ülke statüsünde" olmasının yatırımcı çekmesini ve ticaretinin geliştirilmesini zora sokacağına işaret etti.

"Yaptırımın yumuşak güç etkisi var ve bunun etkisi, askeri güç etkisinden daha fazla olabilir" diyen Üçok, şu değerlendirmeyi aktardı:

"Türkiye'nin gerçekten yapıcı olma niyeti varken, kalkıp da bir takım sektörleri zora sokacak, Türkiye ekonomisini de zorlayıcı yeni bir takım yaptırımlar getirmek hem Türkiye ile Yunanistan arasında istikşafi görüşmelerini zora sokar hem de Türkiye’nin yeni Navtex’lerle, eskalasyona yönelik daha sert bir tutum takınmasına yol açabilir. İki taraf birbirinden daha da fazla uzaklaşır. Şu anda en azında başlamakta olan istikşafi görüşmelere, diplomasiye bir şans verilmeli."

"Türkiye'nin yoğunlaşan yalnızlığı"

CATS uzmanı Sinem Adar ise aslında çok daha sert yaptırımların uygulanmasını isteyen ülkeler olduğuna ancak kimi üye ülkelerin Türkiye ile ilişkilerinin AB’de bu yönde oybirliği sağlanmasının önünü tıkadığına işaret etti. Adar, "Türkiye'nin özel sektörünün en çok borcunun olduğu Avrupa bankaları, İspanya, Fransa, Italya'da. Yani Türkiye ekonomisini daha da kötü bir noktaya taşıyacak yaptırımlardan en çok etkilenecek aktörlerin başında işte Türkiye’nin borcu olduğu bu bankalar geliyor" bilgisini paylaştı.

Bununla birlikte Türkiye'nin 2016 yılı itibariyle dış politikasının artan oranda agresifleştiğine, AB'nin bu politikayı kendine yönelik bir tehdit olarak görmeye başladığına işaret eden Adar, "Türkiye'nin uluslararası alanda giderek yoğunlaşan bir yalnızlığı sözkonusu" diye konuştu.

Almanya fırsatı kaçırıldı mı?

Düşünce kuruluşu Alman Marshall Fonu'nun (GMF) Brüksel'deki kıdemli araştırmacılarından Kadri Taştan ise DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, "Yaşanan son gelişmeler Aralık'taki AB zirvesi ile ilgili çok da umut vaat etmiyor" dedi.



Taştan'a göre Aralık'taki zirve umut vaat etmiyor

Almanya'nın 1 Temmuz’da başlayan ve Aralık sonunda bitecek olan dönem başkanlığı sırasında, Türkiye ile yeni bir diyalog sürecinin başlatılmasının umut edildiğini, Merkel hükümetinin koronavirüs salgını ve ekonomik krize rağmen gündeminde Türkiye’ye beklenenden geniş bir yer ayırdığına dikkat çeken Taştan, şöyle devam etti:

"Ancak Türkiye’nin Almanya dönem başkanlığı sırasında AB ile hiçbir sorununu çözüme kavuşturamaması gerçekten ciddi bir sıkıntı teşkil eder. Türkiye’yi kaybetmenin maliyetini çok iyi görebilen, soğukkanlı, insiyatif alabilen, karar alma yetisine sahip Angela Merkel liderliğindeki Almanya ile çözemeyeceksek kimle çözeceğiz? Halen hiç bir ilerleme kaydedilmediyse o zaman karamsar olmamız için ne yazık ki çok fazla neden var."

"Ya perçinleyecek ya da kopacak"

Türkiye'nin son dönemde siyasi kriz yaşadığı AB üyelerinin aynı zamanda NATO müttefikleri olduğuna, artık gerilimlerin askeri nitelik de taşımaya başladığına işaret eden Taştan, "Türkiye'nin Batı ittifakına alternatif olabilecek başka bir seçeneği olmadığının artık aslında net olarak ortaya çıkarken, parçası olduğu Batı'nın güvenlik yapısı olan NATO'nun üyeleriyle jeopolitik ve siyasi olarak artık çok fazla zıtlaşmaya başladı. Bu zıtlaşmanın artması da artık ciddi bir risk oluşturuyor.”

Bunun "Türkiye'yi yalnızlaştıran ve hatta daha da yalnızlaştırabilecek bir gelişme olduğunu savunan Taştan, "Çünkü alternatifi yok. Olsaydı deklare edilmiş olurdu zaten. Kanımca yaşanmakta olan zaten bunun sancısı. Türkiye aslında bir kimlik arayışı yaşıyor. Ya Batı ile bu ilişkilerini perçinleyecek ya da belki de bir gün Batı'dan kopacak…" değerlendirmesini yaptı.



Sitemiz yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm haklarının sahibidir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
YUKARI