radyobir
radyobir

Hayatımızın tadı Westernler...

Uzak batı gözlemimiz daha çok John Ford'un ustalıklı westernleriyle başlamıştı. Ülkenin geçmişini ve gelişimini damla damla öğreniyorduk. 'Red Kit' bile çok değerli bilgiler aktarıyordu bizlere o hinoğlu hin mizahı arasından.

01 Aralık 2015 12:59 | Güncelleme :01 Aralık 2015 13:18 | Kategori: Yaşam

Yazan: @Hüsnü ÇORUK

Ama biraz öncesine dönelim birlikte. Birlikte diyorum çünkü şimdi oluşturacağım paragrafların içine yayılan tınıları duyduğunuzda bir sanat eserinin nasıl herkesi gönüllerinden vuracak denli etkili olabildiğine tereddüt etmeden katılacaksınız.



Bizim nesil kovboyların sinemalarda, çizgi romanlarda cirit attığı, dolayısıyla kendi tarihimizden önce uzak batı tarihini yavaş yavaş, Teksas, Teks'lerin arka fonundaki olayları inceledikçe keşfettiğimiz ve giderek uzmanlaştığımız bir dünyayı soludu.  Sığır çobanı anlamına gelen "kovboy" kelimesi bizde yarattığı ilk naif etki dışında giderek şiddetin, merhametin ve tutkunun. Barutun ve okların, acımasızca silah kullanan kötü ve iyi adamların, kızılderililerin, bozulmamış doğanın, istila edilen yerli halkının baskıya uğratıldığı ve teknolojiyle imar alanlarında hızlı bir şekilde gelişen Amerika'nın hikayesine ulaşan bir kapı açıyordu. 



Uzak batı gözlemimiz daha çok John Ford'un ustalıklı westernleriyle başlamıştı.  Ülkenin geçmişini ve gelişimini damla damla öğreniyorduk. ‘Red Kit’ bile çok değerli bilgiler aktarıyordu bizlere o hinoğlu hin mizahı arasından.  Ve başta bizlere pırıl pırıl olarak aktarılan sadece iyinin ve kötünün çarpışması diye nitelendireceğimiz durumların aslında çok daha çirkef unsurlarla dolu olduğunun farkına varacaktık. Sadece zevk için trenlere doluşan silahşör ve kovboyların kızılderililerin besin kaynağı bizonlardan binlercesini, onbinlercesini katletmesi bilgisine ulaşmamız gibi.  Sinemadaki ilk baş aktörümüz John Wayne idi. Tipik Amerikalıydı, oturaklı, ağırbaşlı, çok usta silahşör görüntüsüyle bizden önceki nesli daha da etkiliyordu. Arada Frank Sinatra, Dean Martin, Kırk Douglas, Yul Brynner, Glen Ford, Henry Fonda gibi zaman zaman çarpıcı şekilde döktüren aktörlerle karşılaşıyorduk. 

60'ların ilk yıllarında ise İtalyan oyuncu Gulliano Gemma,  spagetti western tabiriyle biraz da küçümsenen tarzın ilk örneklerinden olan ‘Ringo’ filmleriyle ve filmlerdeki ‘Montgomery Wood’ karakteriyle bir farklılık yaratmaya başladı. Klasik western dediğimiz filmlerden daha çok sayıda öldürülen adamla ayrılıyordu ama ‘Ringo’ karakteri çok sevildi. Ama bir gün herşey değişecekti. Genelde, başta da belirttiğim gibi argo tabirle "cilalanmış"  diye sunulan ve gerçek olarak algılanan dünya, çok daha şiddet içeren ama o ölçüde de sanatsal yönü kuvvetli başka bir dünyaya geçiş yapacaktı. Böylelikle yeni kahramanlarımız ortaya çıktı ve aradan neredeyse elli sene geçmesine karşın bu kahramanlara duyduğumuz sanal hayranlık ve özlem sona ermedi.
 
Koca cüsseli İtalyan Yönetmen Sergio Leone aslında batı tarihini yeniden yazdı sayılabilir. O zamana kadar Amerika'nın 1800 lü yılları adına anlatılanları bir kenara bıraktı. Kovboylarını, eğer Amerika ile özdeşleştirirsek, Leone'nın yeni uzak batı dünyası kanlı, şiddet dolu ve pis bir giysiye sahiptir.  Amerika'nın cilalı görüntüsü bir tarafa bırakılmıştır. Bize Amerika'nın gelişimini uzun yıllara yayılan bir üçleme veya dörtleme içerisinde anlatmış, bireysel çapulculuktan, kanun tanımamazlıktan ilk mafyalaşmaya kadar olan süreci hem bireyin üzerinden hem metin arasından bizlere aktarmıştır. Son filmi, yine dört saat kadar uzun süreli unutulmaz "Bir Zamanlar Amerika" zincirin son halkasıdır ve bir anlamda masumiyetin ülke açısından sona erdiğini vurgulamaktadır. 

Sitemiz yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm haklarının sahibidir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
YUKARI