radyobir
radyobir

"Lefter, kalabalığı görünce ürkmüş!"

"O vakitler Lefter 12 yaşlarında babam da 15 yaşlarında. Aile büyüklerimizden birisi Lefter'i kasdederek babama; 'Niko, bu sefer şu çocuğu da yanına al İstanbul'a giderken, o hiç geçmedi karşıya, İstanbul'u o da görsün…" demiş. Bunun üzerine Fenerbahçe maçına babam Lefter'i de yanına alarak gidiyor. Böylece Lefter, ilk maça ve İstanbul'a babamla gitmiş anlayacağınız."

27 Ekim 2015 11:32 | Güncelleme :27 Ekim 2015 13:47 | Kategori: Yaşam


Agni KÜÇÜKNİKOLAİDİS

(Büyükada Rum Cemaati Başkanı)

Röportaj:@Sezai ŞENGÖNÜL



Agni Hanım kısaca sizi ve aile büyüklerinizi tanıyabilir miyiz?

Anneannem, Bandırmanın bir köyünden İstanbul Balat’a gelmiş, oradan da 1942 yılında Büyükada’ya yerleşmişler. Babamın babası da Şarköy/Mürefte de doğdu. Onlar Mübadele sırasında Büyükada’ya gelmişler. Babam, Nikola Büyükada’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirmesine rağmen tuhafiye dükkanı işletti, tuhafiye dükkanı işletti. Annem, Fener-Balat’ta doğdu, o 18 yaşlarında Büyükada’ya geldi. Bende Büyükada’da doğdum. Kardeşlerim yok, ailenin tek çocuğu benim. Çeşitli dönemlerde (aralıklarla) kendi cemaat okullarımızda idarecilik/öğretmenlik yaptım.

 

Aldığınız en son yüksek eğitim nedir?

Atina’da, Pantion Üniversitesi ‘Sosyoloji’ bölümünü bitirdim. Orada 5 yıl okudum sonra Türkiye’ye döndüm.

Adada herkes yaşayamaz…

"Rum Cemaati” içindeki görevinizi tanımlayacak olursanız, okuyucularımız bunu bilsinler…

Büyükada Rum Cemaati’nin başkanıyım. Büyükada’da Rum İlkokulunda öğretmenim. Ayrıca Yoakimiyon Rum Kız Lisesi Vakfı Başkanıyım.

Büyükadalısınız yani… Büyükada da doğmak, ileri dönemlerdeki yaşamınıza, hayatınıza nasıl yansıdı…

Aslında, ruh dünyam açısından dinginlik, sessizlik, huzurlu olmama katkısı oldu. Aynı zamanda sosyal yaşamıma da engel oldu tersten baktığınızda. Çünkü burada olmak, yaşamak birçok imkandan da mahrum olmak anlamına da geliyordu. İstanbul uzaktı. Sonra adada herkes yaşayamaz, buranın ayrı bir dünyası var. O yüzden insanlar burada ‘yazlıkçılar’ ve ‘kışlıkcılar’ diye ikiye ayrılır. Sürekli burada yaşayan çok az insan vardır. Sadece son zamanlarda biraz rahatlık geldiği için yaşayan sayısında artış gözleniyor. Bende aynı şekilde 1991’li yıllarda İstanbul’da yaşadım 2012 yıllarında da tekrar adaya döndüm. Babam çok sevilen bir insandı hala beni görenler çok seviyorlar babamdan dolayı. O yıllarda birde komşuluk çok önemliydi. Rumlar daha çoktu. Ne olduysa, ‘74 Kıbrıs Harekatı’ndan sonra oldu. Birden bire boşaldı ada. İlkokul yıllarıma denk gelen o zaman diliminde adalar daha şen ve kalabalıktı.



O zamanlar bizim cemaat fazla okumuş-yazmışı sevmezdi…

Neden İstanbul’dan döndünüz peki?

Çeken birşeyler oldu… Ailecek ada sevdası da diyebilirim bunun başka bir adına.. Birde sanki İstanbul’un problemleri, kalabalığı arttı. İnsanlar ada gibi yerleri daha özlüyorlar. Benim içinde öyle oldu.

İstanbul denilince… Rumlar, ‘Pasta’ işleri ve ‘Meyhane’ konusunda sanıyorum İstanbul ve adalarda popülermiş bir zamanlar… Şimdi bu kültürlerine dair birşeyler kaldı mı, devam ediyor mu ya da?

Doğru. Eskiden, bu esnaflık dallarında Rumlar etkindi. Örneğin; Niko Mudi pastacıydı. Sonra onun çırağı Hüseyin Karayaprak bu mesleği iyi öğrendi ve devraldı. Mihaki Viretoplaus Fırıncıydı o da gitti. Büyükada Fırını var bugünkü işte o işin kökeni onlara dayanır. Bir Rum Restoran vardı adada onu hatırlıyorum, Orman Restoran. Onu Apistola isminde birisi işletiyordu. Tabii bunların dışında Rumlar, ayrıca bahçe, balıkçılık işleriyle de uğraşırlardı.

Neden ısrarla bu meslek dallarında genelde?

O zamanlar bizim Rumlar fazla okumuşu-yazmışı sevmezlerdi. Çünkü, ‘esnaflık’ ağırlıklı çalışırlardı. Bakın size ilginç bir örnek vereyim bu konuya dair. Eskiler anlatır bunu ve bilir birçoğumuz. 1900’lü yıllarda Büyükada’da bir ilkokulun tamir edilmesi gerekiyormuş, O zamanın Rum esnafı çok büyük bir meblağ gerekmemesine rağmen bu okulun tamiri için özellikle fazla yardım yapmak istememişler. Aynı Rum esnaflar Kilise yapılacağı zaman çok destek olmuşlar.

Lefter’i İstanbul’a ilk götüren kişi…

Eskilerden, komşuluk yaptığınız… Belli başlı kimseler var mıydı, ya da babanızın tanışıklığı dostluğunun olduğu?

Lefter Küçükandonyadis bunlardan başlıca olanı diyebilirim. Ailecek görüşürlermiş bizimkilerle. Hatta çok enteresan bir şey söyleyeceğim şimdi; O vakitler Lefter 12 yaşlarında babam da 15 yaşlarında. Aile büyüklerimizden birisi Lefter’i kasdederek babama; ‘Niko, bu sefer şu çocuğu da yanına al İstanbul’a giderken, o hiç geçmedi karşıya, İstanbul’u o da görsün…” demiş. Bunun üzerine Fenerbahçemaçına babam Lefter’i de yanına alarak gidiyor. Böylece Lefter, ilk maça ve İstanbul’a babamla gitmiş anlayacağınız. Babam; Bülent Ecevit, Ahmet Isfahanlı okul/üniversite arkadaşıydılar. Onun dışında Nurullah Ataç’ın kızı Meral Hanım var tanışık olunan. Birde, Traje Dilmen Ressam, Sibel Sokollu, Ahmet Tarık Tekçe, Orhan Günşiray gibi isimlerin kimisi komşumuzdu mahalleli olarak tanır, bilir, selamlaşırdık.

Lefter, ilk kez bu kadar kalabalığı görünce…

Hımm… Lefter ilk kez İstanbul’a gitmiş babanızla bir anısı ya da ilginç bir şey yaşamışlar mı?

Evet yaşamışlar… Lefter, karşıya bu ilk geçtiğinde birdenbire karşısında o kadar kalabalığı görünce çok ürkmüş ve hemen babama sokularak, onun elinden tutmuş… Biraz çekinmiş yani. Bu arada Lefter’in abisi Aristi, babamla birlikte ada takımında hep futbol oynardı, fakat o işi Lefter gibi ileri götürmedi. Lefter çalıştı, kendini geliştirdi…

Yıllardır Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşıyorsunuz... Millet olarak Türkler de görüp de en şaşırdığınız, ilginç bulduğunuz, beğendiğiniz bir iki özelliği nedir dersem?

Haa… Çok hoşuma giden bir iki şey var onu hemen söyleyeyim. Bunu çok seviyorum. Beni gören bazı Türk kardeşler, komşular, esnaflar ‘Hocam’, ‘Abla bir emrin var mı?’ gibi lakaplarla bana hitap ediyorlar. Bu saygı, büyüğe hürmet; ne Yunanistan da ne de Rum Cemaatlerinde bu denli değil!

6-7  Eylül olaylarında Türk olan komşumuz bizi…

Birde şunu soralım bu önemli… 6-7 Eylül olayları, 74 Kıbrıs harekatı.. Türkiye’deki, çeşitli adalarda ikamet eden Rumları en belirgin olarak hangi yönden nasıl etkiledi… Sizi ve ailenizi de etkiledi mi, göç etmeyi düşündünüz mü sizlerde aile olarak o yıllarda…

Ben o yılları yaşamadım, o günlerde olmadığım için. Annemlerde o yıllarda evli değillermiş. Aile büyüklerimiz ve yakın akrabalarla birlikte 8 kişinin yaşadığı bir evimiz vardı o zamanlar. Sonra o evi sattılar ailemiz. İşte o zamanlar, o olaylar olduğunda bu evin camından içeri bir taş giriyor ve büfeye değiyor, büfenin, pencerenin camları falan kırılıyor. Bu olay, haliyle tabii olarak orada yaşayan tüm aile fertlerimizi birdenbire tedirgin ediyor, ürküyorlar. Orada komşumuz olan Emine Hanım ve İsmet Beyler bunu duyup görünce hemen bizim yanımıza geldiler ve bu Türk aile bizi evlerine aldı 1 gece iki gündüz ortalık sakinleşene kadar bizi misafir ettiler hiç unutmuyorum bunu. Bu olaylar sırasında ailemizden hiç kimse oraları terk ederek başka yerlere gitmemiş, göç etmeyi de düşünmemişler.

Patrikhanenin Fener’de olması bizler için…

İsterseniz şimdi de birazda Rum kültürünü merak eden okuyucularımız olabilir, bundan dolayı gelenekleriniz, adetleriniz üzerine konuşalım birazda. O tür sorulara geçelim… Rum milletinin kişisel, daha doğrusu karakteristik olarak belirgin bir özelliği var mı sizce?

Bu konulara geçmeden önemli temel bir hususu söylemek istiyorum burada. Aslında ailem ve kökleri yaklaşık 120 küsür yıldır Türklerle iç-içe yaşadığı için olmalı birçok örf-adet, gelenek aslında Türkler ile benzeşiyor. Yani ben bizim burada yaşayan Rumları daha çok biliyorum. Diğerlerini tam olarak bilmiyorum. Türklerle sadece dini konularda farklılıklarımız var, dini ritüellerde. Bunun dışında bizlerde buralarda yaşadığımız için birçok şeyimiz benzemiş halde aslında Türklere. Bu da gayet normal birşey. Bu yüzden de ‘Küçük Asya Rumlarının Kültürünü biliyorum dediğim gibi daha çok. Diğer Rumların örf, adetlerini de genelde Türkiye’de yaşadığım için aslında tam olarak bilmediğimi söyleyebilirim. Birkaç örnek vereyim, mesela teşbih çekmek bizlerde vardır. Ama bağdaş kurulmaz, o şekilde oturulmaz bizlerde mesela.

Kumkapı, Balat ve Fener... Bugün dahi bu semtlerdeki kiliseler, bazı evlerdeki mimari dahi Rum kültüründen artakalmış bazı izler taşır. Yunan/Rum kültürü açısından bu semtlerin özel bir anlamı var mıydı geçmişte…

Öncelikle, Fener Patrikhanesine yakın olması biz Rumlar açısından ehemmiyet arzeder. Onun dışında bu civarda geçmişte oralarda Rumların seçkin aileleri, asilleri otururdu. Zenginleri, entellektüelleri vb. Balat’da daha çok Yahudiler yaşardı orası da onlar için çok önemli bir yerleşim yeriydi. Daha sonraları oralarda yaşam şartları zorlaşıp, şekil değiştirince İstanbul’un başka semtlerine ve adalara, Beyoğlu’na, Kumkapı’ya, Pangaltı’na taşındılar bazı insanlar. Bazıları da zaten gittiler. Oralara biz; ‘asitane’ derdik çocukluğumuzda.



Antakyalı Rumlardan bazıları biz ‘Arap Rumuz’ diyor!

Geçmişe dair konuşunca aklıma geldi… Yazar Dr. Georgios Nacracas bir kitabında, "Anadolu Rumlarının ‘Hellenizm’ ile bir ilgisi yoktur” diyor… Kendi bakış açısı çerçevesinde de bunu ispata gayret etmiş. Siz bu konu da ne düşünüyorsunuz?

Bence kök olarak bir bağımız vardır ama onun dışında bu civarlarda da, bu coğrafya da yaşayan Rum insanlar/cemaatler arasında dahi kültür farklılıkları var. Örneğin, bir grup insan var Rumca yazıyorlar ama konuşamıyorlar. Örneğin; Antakya Rumları farklı. Karışık bir kültür var orada da, bazıları ‘biz arap Rumuz’ diyorlar. Yine onlardan bir kısmı, ‘Biz Büyük İskender’in torunuyuz’ diyorlar. Rum okullarında bir eğitmen, bir öğretmen olarak şunu gözlemliyorum; tüm okullarda Din Kültürü, din eğitimi sanki tek ve büyük ortak paydamız.

Demokratik açıdan baktığınızda artık eskisine nazaran şimdilerde azınlıklar da çeşitli partilerden aday olup, Milletvekili oluyorlar... Son seçimlerde bunu bariz bir şekilde gördük. Türkiye’de azınlıklara mensup olup da, son 7 Haziran seçimleri sonuçlarına göre milletvekili seçilmiş epeyce Milletvekili var bu gün… Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Azınlık hakları ve demokrasi açısından bunlar güzel gelişmeler. Son seçimlerde bizim cemaatimizden vekilimiz çıkmadı. Biliyorsunuz bunun nüfusla da alakası var. Rumlar artık Türkiye’de çok azlar, diğer azınlıklara oranla. Ama Türkiye vatandaşı olan ve azınlıklara mensup birisi olarak bunlar beni sevindiriyor demokratikleşme açısından.

Azınlık haklarıyla ilgili çalışmalar takdirle karşılanıyor…

Azınlık haklarıyla ilgili son 4-5 yıldır sanıyorum bir takım çalışmalar yapıldı ve hala da devam ediyor takip ettiğim kadarıyla. Bu çalışmalar Türkiye’deki azınlıklar açısından olumlu bir gelişme miydi sizce? Bu husustaki çabalardan sizin cemaatiniz de yararlandı mı?

Memnun edici bir ilerleme var bu konu da... Büyük adada bizim alıp vereceğimiz mal pek yok. Ama İstanbul’da vakıflarımıza ait Gayrimenkuller vardı. Onlarda son yıllarda devrolunmaya başladı. Ve bir kısmının çalışmaları da devam ediyor. Bu konuda geleceğe dönük olarak ümitliyiz. Hükümetin,ilgililerin bu azınlık hakları (vakıf mükleri vb.) konusundaki çalışmaları cemaatimiz tarafından da takdirle karşılanıyor. Çünkü bizim vakıflarımıza ait mallarımızı taşınmazlarımızı daha önceleri sahibi olmadıkları halde başkaları kullanıyordu. Bu bir haksızlıktı. Şimdi bunlar düzeltilmeye başlandı. Devir çalışmalarının bir kısmı da dediğim gibi devam eder halde.

Büyükada’da tepede bir kilise var… Aya Yorgi… Buraya gelen gidenler kilometrelerce aşağıdan yukarı ip çaput vb. şeyler bağlarlar bunun bir esprisi var mıdır? Bir de sanıyorum bunu sadece kiliseye gelen Rumlar yapmıyor, Türklerde yapıyor?

Aya Yorgi evet… Aslında yukarıda sorduğunuz çaput ip bağlama hususu bizim dinimizde yok. Tahmin ediyorum Süryanilerde var bu. Çok eskilerden kalmış bir adet diyelim ona. Burasını şöyle tarif edeyim burası bütün dinlerin, milletleri birleştiren bir yer. Belki coğrafi konumundan dolayı eski tarihlerden bu yana burası insanlar için çok önemli. Birde inananlarına göre mucizeleri fazla diye düşünülür ondan çok gelen giden de olur. Ayrıca 23 Nisan isim gününde buralar dolar taşar.



Artık bizlerde ayakkabılarımızı, Türkler gibi kapının dışına…

Bu arada, Türklerle yıllarca iç içe yaşamış olan birisi olarak bir şey daha sorayım size, an itibarıyla "Rumlar ile Türklerin şu şu özellikleri beni/bizi etkiledi, biz Rumlarda artık bunu yapıyoruz” diyeceğiniz türden birşeyler var mı bu kadar kaynaşmadan sonra?

Müzikleri, yemekleri, sanat ve kültür alanında biraz benzeşmeler var… Örneğin, Rumlarda dışarda ayakkabı çıkarma özelliği yoktur, her yere ayakkabı ile girilir-çıkılır. Batı ve Avrupa’da olduğu gibi. Ama İstanbul-Türkiye Rumlarının çoğu artık bu özelliği Türklerden görüp, ayakkabılarımızı artık dış kapının önünde çıkarmaya başladık. Çünkü birçok arkadaşım bakıyorum ayakkabılarını ta kapının dış girişinde çıkartıyorlar artık. İstisnalar hariç… 5 çayları mesela birde…

Türkiye de Rum/Yunan müziği epeyce seviliyor… Theodorakis, Haris Alexsio, Glikeria, Fedon, Vasilaki vb.. sanatçılar bunun ispatı… Ortak konserler veriliyor.. Besteler yapılıyor, söyleniyor. Belki de dünyada en çok Türkçe müziğin popüler olduğu ülke Yunanistan, bunu müzikle az çok ilgilenen herkes bilir… Birçok komşu ülke var, ama onların ki değil de neden Yunan Müziği? Türk müzikleri Yunanistan da çok popüler birde, bunun temelinde komşu olmanın ötesinde bir neden var mı sizce?

Çünkü aynı kültür köküne akrabalar. Deniz Güneş, Coğrafya yakın, akraba birbirlerine. Komşuluk ilişkileri adaların yakın olması gidişler gelişler kaynaşmalara sebep olmuştur geçmişten beri.. Bunlar olabilir bence...

Rum/Yunan ve Türk halkı birbirini politikacılarından daha çok seviyor…

Eskisine nazaran Türk-Yunan ilişkilerini nasıl buluyorsunuz? Sanki son yıllarda daha dostça bir politika izliyor her iki ülkenin de politikacıları, Kıbrıs meselesi en büyük sorun galiba bir bunun dışında yani… Sanki onda da halkın istediği değil de bazı politikacıların tavırları çözümü engelliyor gibi, bu konu da siz neler gözlemliyorsunuz rica etsem?

Tabanda, halk bence birbirini politikacılardan daha çok seviyor. Ama politikacılar birbirlerine karşı olumsuz bir şey söylediğinde olur olmaz bu durum halkada yansıyor. Geçmişte yaşandı bazı olumsuzluklar artık olan oldu, bunları unutmak lazım. Politikacılar bu işi çözebilirler ama bana kalırsa her iki tarafta bu konuda daha fazla çaba ve anlayış sarf etmeli.

‘Kıbrıs Meselesi’ var birde… Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Geçenlerde bir belgesel seyrettim. Orada çok şaşırdım. Kıbrıslı Rumlar Yunanistan bizim işimize karışmasın diyor. Aynı şekilde orada yaşayan Türklerde Türkiye bizim işimize karışmasın diyor. Bu olacak bir şey değil. Kaç yıl iç-içe yaşadılar, 74’e kadar daha öncesi hatta. komşuluk yaptılar artık bu gün bu sorunun çözülememesi hiç hoş değil her iki taraf içinde. Ne oldu da insanlar bu üzücü hale geldiler. İngilizler asıl bu işin içinde, onlar da diğer devletlerle birlikte araya girmeli ve bu meselenin çözümü noktasında gayret sarf etmeliler.

Çipras'a gelince; Halk Papandereu, Karamanlis, Miçotakis’den bıktı, çünkü…

Bildiğim kadarıyla Yunan halkı Avrupa ülkeleri arasında biraz da olsa muhafazakar olarak bilinir. Hatta şunu biliyoruz; vaftiz olmak için Yunanistan’dan çocuklar taa İstanbul’a Patrikhane’ye İstanbul’a kadar gelirler. Bu durumu göz önüne aldığımızda Çipras’ın seçilmesine ne diyorsunuz. Çünkü o, alenen, "ben ateistim” dedi, beyanatlarında? Ben şaşırdım açıkçası bu tercihe…

Yok gayet normal… Bilindiği gibi değil. Yunanistan aslında çok muhafazakar ve dindar değildir toplum olarak. Vaftiz için İstanbul’a gelenlerin birçoğu reklam amaçlıdır gelirler biraz da. Çipras’ın bunu demesinin nedeni tabii ki var. Yunanistan’ı 30 küsür yıldır muhafazakar liderler, politikacılar, partiler yönetti. Kimdi bunlar? Papendereu, Karamanlis, Miçotakis … Yunan halkı onlardan bıktı. Sosyal adaleti sağlayamadılar. Halkın ihtiyaçlarına cevap verebilecek politikalar üretmekte zorlandılar. İş gücünü, genç insanları, üretime katamadılar. Fonlarla ülkenin yönetilmesine müsaade ettiler, kredilerle o ülkeyi yaşattılar. Hep krediyle yaşarsanız ne olur? Yeraltı yerüstü kaynaklarını iyi kullanamadılar. Ucuz işçi çalıştırdılar, üniversite mezunu binlerce genç başka ülkelere göç etti, insan gücünü heba ettiler. Yunan halkı işsiz güçsüz kaldı. Birçok eğitimli insan emeklerinin karşılıklarını alamadıkları için sıkıntıya düştü. Borçlandırdılar ardından da bataklığa götürdüler bu politikalarıyla Yunanistan’ı. Millet de bıktı, umudunu yeni yüzlere bağladı. Ve Çipras’a gün doğdu. Umut ediyorlar deneyecekler en azından… ‘sosyal demokrasi, sosyal devlet olsun’ diye Çipras’a oy verdi halk kısacası.

Evet, şimdi de kriz var malum. Bu yüzden son yıllarda Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen-giden sayısında bir artış gözlediniz mi?

Evet, kriz sonrası eski Rumlardan çok gelmek isteyen oluyor, bunu isteyenler çok var. Arayan oluyor, haberim oluyor cemaatten arkadaşlar vasıtasıyla. Ama artık buralarda pahalı, yaşam şartları zor. Eskisi gibi değil. Problemler çok. Onlar istiyorlar ki iş hazır olsun, herşey hazır olsun ardından da biz gelelim. Maalesef onlar isteseler de şartlar buralarda da şu an zor. Buna rağmen son 2 yıldır, Türkiye’ye çok sayıda pilot, aşçı, doktor geldi Yunanistan’dan. Kriz sonrası öğrencilerden okumak için son zamanlarda çok gelen oldu.



Eskiye nazaran adalarda sağlık, eğitim, ulaşım alanında…

Son olarak adaları, şartlarını soralım yine… Bir adalı olarak şöyle bir baktığınızda; adaların sosyal, kültürel, ekonomik açıdan gelişimini değerlendirecek olursanız? Demek istediğim eskisine nazaran son yıllarda değişen birşeyler var mı?

Var, son 5-6 yıldır özellikle eğitim, sağlık, ulaşım alanında çok olumlu gelişmeler var. Sağlık açısından çok önemli bir gelişme var bu tüm adalıları sevindirdi. Yeni ve büyük bir hastanenin yapımına geçmiş yıllarda başlandı, şimdilerde sanıyorum neredeyse bitmek üzere. Bu adalıların en büyük ihtiyacıydı. Düşünün bir acil bir durum oldu burada müdahale edemiyordunuz..

Neden, başka hastane yok mu koca adada?

Açıklayayım… Eskiden de hastane vardı ama pek işe yaramıyordu, donanımsız olduğu için halkın ihtiyaçlarına cevap veremiyordu. Kar-kış var, karakış var... Vapursuzluk vardı.. Saatleri, seferlerinin kıtlılığı.. Yani her istediğin zaman istediğin yere ulaşamama durumu vardı. Şu an ulaşım çok çok daha iyi eskilere nazaran... Bu yüzden çok iyi oldu bu. Ayrıca deniz ambulans ve taksi konuldu, adalılar daha rahat etsinler diye. Şimdi, acil durumlarda deniz ambülansı ile 5-6 dakikada karşıya geçiriyorsunuz. Biz adalılar için bu çok hayati bir durumdu, acil sağlık problemleri yaşadığımızda…

Pekala, olumsuz olarak gözlemlediğiniz birşeyler de var mı buna mukabil?

Maalesef, fayton ve bisiklet terörü hala adaların birinci problemi olarak duruyor. Her ay bu yüzden adalarda kaza oluyor, hatta ölen-kalan oluyor. Bu konuda da başka yönden Büyükadalılar için hizmet getiren onları düşünen yöneticiler bu hususa da el atarak düzeltilmesi noktasında yardımcı olurlar. Ada halkı bu olumsuzluklardan da çok rahatsız. Sit alanlarını yapılaşmaya açma girişimleri göze çarpıyor ama yapamıyorlar. Bu güzel bence, bu güzelim yerlerin talan edilmemesi lazım. Yaptırılmaması lazım. İstanbul’un karşı tepelerine baktığım da içim gidiyor, buralar eskiden yeşildi. Gene evler, yapılar vardı. Adalar da mı öyle olsun? Ormanları, tarihi ve adayı korumak için herkes sahip çıkmalı böyle yerlere. Çünkü buralar bizlerin, hepimizin ortak yaşam alanı. Ama ben herşeye rağmen adayı çok seviyorum.

Sitemiz yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm haklarının sahibidir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
YUKARI