radyobir
radyobir

"MİT'in gezici subayı imişim!"

"Allah tarafından, tercüman Türkçe 'Casuslukla suçlanıyorsunuz' dediğinde sanki tüm o yorgunluğum gitti ve birden sanki Arslan kesiliverdim. Tüm Türk milletinin ve İslam coğrafyasının sorumluluğunu tümden omuzumdaymış gibi hissettim o süre zarfında. 'Allah Allah' dedim… Ve inanılmaz enerjik bir ruh halim oldu, diyebilirim…"

18 Ocak 2016 12:44 | Güncelleme :18 Ocak 2016 15:05 | Kategori:

M. Taha GERGERLİOĞLU İle...

"Almanya'da Türk Casusu Operasyonu"          
                        (Bölüm-1)

Röportaj:@2016 Sezai ŞENGÖNÜL

Taha Bey, öncelikle geçmiş olsun… Hoş geldiniz… Başınıza gelenler için üzüldük. Almanya ya gittiğiniz bir vakit ‘Casusluk yapmak’ suçlamasıyla gözaltına alındınız, ilk alınma anınızı nasıl oldu anlatır mısınız lütfen?

Sezai Bey daha önce de benimle bir söyleşi yapmıştınız, biliyorsunuz… O röportaj da; ne görevler yaptığım konusunda bazı bilgileri siz sormuştunuz, ben de sizinle ve okuyucularla paylaşmıştım. Ama asıl işim ve branşım olan; ‘Sosyometri’ alanında, ‘Sosyometri uzmanı’ olarak görev yapıyordum, bu işler başımıza geldiği sıralarda ve daha öncesinde. öncesinde. Diğer yaptığım işler konusunda da çeşitli detaylar vermiştim. İşte, o görevler kapsamında Avrupa’ya ve diğer ülkelere birçok kez gidiş-gelişlerim oluyor. Böyle bir seyahat yaptığım esnada başıma geldi bu olay da. Detaylarına gelince; 17 Aralık 2014 günü Almanya’ya uçmuştum. Frankfurt havaalanın da inmek üzere… Bu esnada bende uçakta, ‘biraz rahat olayım, dinlenebileyim’ diye, en arka koltuğa oturmuştum. Çünkü seyahat öncesi de biraz uykusuz ve yorgun olarak Almanya’ya hareket etmiştim. Saat 23.00 sıralarında Franfurt Havaalanına uçağımız indi… Kapılar açılmaya başlamış, herkes de tek tek inmeye başlamıştı… Fakat bu esnada camdan dışarı baktığımda, uçağın normal peronuna yaklaşmayıp, başka diğer bir açık alana inmiş olduğunu gördüm. Etrafı da Alman silahlı güvenlik güçleri ve polis arabaları tarafından çevirmişti. Başka epeyce de araba görünüyordu…

"Sizi Almanya devleti aleyhine casusluk yapmak suçundan…”

Bir dakika, peki uçağın içinde inmeden önce herhangi farklı bir şey olmadı mı? Olağandışı bir hareket, bir gariplik vb. gibi bir durum…

Evet, oldu… Genelde iniş öncesi hostesler konuşurdu, inişle ilgili tüm uyarıları ve detayları da onlar anons ederdi. Erkek Pilot öyle şeyleri bildiğimiz kadarıyla pek yapmazdı. Fakat bu sefer sıradışı olarak erkek pilot konuştu. Ve şöyle demişti; ‘lütfen pasaportlarınızı hazırlayın, çıkışta güvenlik güçleri kontrol edecekler’. Başka da bir şey demedi…

Hatta yanımdaki arkadaş da sordu; ‘ne oluyor’ diye… Ben de ona; "Bazen yolcuların pasaportlarını kontrol ediyorlar, kişinin kendi imzası var mı, yok mu diye, şayet olmaz ise o kişi burada mülteci konumunda işlem görüyor, öyle sayıyorlar çünkü” diye, arkadaşın sorusuna da cevap vermiştim…

Sonra, devam edin lütfen…

Neyse, en sonunda sıra bize de geldiği için, biz de güvenlik güçlerine pasaportlarımızı verdik. Diğer arkadaşın pasaportuna bakarken, o arada ona bir şey sordular, o da cevapladı ardından indi merdivenlerden ve gitti. O esnada benim pasaportuma da bakıyorlardı diğer memurlarda zaten. İyice baktılar bir süre, sonra polisin yanına birden 3 polis daha geldi, yani beni kuşattılar bir nevi. İri yarı olan ikisi koluna girdi, diğeriyle birlikte merdivenlerden aşağıya indik. Meğerse, tüm o uçak penceresinden gördüğümüz manzara benim için hazırlanmış…

Ara bir soru… Arkadaşınıza ne sordular, duyabildiniz mi peki?

Evet. Ona beni göstererek; ”Bu arkadaşı tanıyor musunuz” diye, sormuşlardı… O da ’hayır’ demişti… İyi ki de öyle demiş!



Ne oluyor demediniz mi, ya da sizi niçin aldıklarına dair bir söz cümle eden olmadı mı?

Benim bir şey dememe fırsat kalmadı ki zaten. Türk bir Tercüman vasıtasıyla; ‘Sizi, Almanya Devleti aleyhine casusluk yapmak suçundan dolayı gözaltına alıyoruz’ dediler. Ve ellerim arkaya alınmış halde, aşağıda alanda bulunan polis ve güvenlik güçlerinin arabalarına doğru, kalabalık bir grupla birlikte yürüdük… Sonra bir arabanın içine bindirdiler, bazı polislerde yanımda olmak kaydıyla. Elimi de arabada kelepçelediler. İki cep telefonuma da orada el koydular.

Nereye gittiniz anlayabildiniz mi?

Aşağı yukarı yarım saate yakın bir süre gittik, tahmin ediyorum. Gece yarısı. 3 katlı bir binaya geldik. Sonra beni indirdiler, oradan binanın altına doğru indiğimizi gördüm, ardından da orada bir nezarethaneye koydular.

Şimdi burada araya girip bir soru sorayım Taha Bey. Bu süre zarfında aklınızdan neler geçti… Neler düşündünüz, kolay olmasa gerek karşılaştığınız bu durum…

İnanmayacaksınız ama o uçakta yorgun argın olan ben, hatta yukarıda bahsettim üzere Almanya yolculuğu öncesinin yorgunluğu da vardı. Fakat Allah tarafından tercüman Türkçe ‘Casuslukla suçlanıyorsunuz’ dediğinde sanki tüm o yorgunluğum gitti ve birden sanki Arslan kesiliverdim. Tüm Türk milletinin ve İslam coğrafyasının sorumluluğunu tümden omuzumdaymış gibi hissettim o süre zarfında. ‘Allah Allah’ dedim… Ve inanılmaz enerjik bir ruh halim oldu, diyebilirim…

9-10 kişilik Türk diplomat grubu, ilk mahkemeye erkenden gelmişler…

İlginç, korku ve endişe hiç yoktu yani…

Kesinlikle… Sadece aklımdan geçen başka şeyler vardı… Söyleşinin ilerleyen kısımlarında bahse konu olur sanıyorum.

Sonrası, kaldığımız yerden devam edelim o vakit…

Gece, 03 sılalarında beni tekrar aldılar başka bir polis merkezine götürdüler. Gene bir nezarethaneye koydular. Bu sefer burada gözlük palto ve kaşkolu, ayakkabımı, bavulumu, kredi kartlarımı, paralarımı da tutanak mukabili aldılar… Sabah mahkemeye çıkacağımı söyleyerek gittiler…

Nasıl bir yerdi fiziki olarak burası…

Biraz loş ve pis bir yerdi. Ayakkabılarımı da aldıkları için üşüdüm.

Sabah oldu, mahkemeye gitme aşamasına gelirsek…

Evet, yaklaşık bir saat süren bir yolculuktan sonra adı Karslhe olan davamızın görüleceği o mahkemeye geldik. Saat dokuz sıralarıydı. Hakim ve savcı tutukluğumun devamına karar verdi ve maceramız başlamış oldu böylece.

Bir dakika… Orada hiç gelen giden olmadı mı, avukat tahsisi, Türk makamlarına bilgi verme ya da sizin savunmanızı yapabilecek kimseler, vesaire yani…

Gelmez olurlar mı? Ben de şaşırdım, mahkeme başladığında 9-10 kişilik bir Türk diplomat grup gelmişti oraya. Avukat işi daha sonraki aşamada olacaktı…

"Üzülmesin, gereken neyse yapılacak!”

Gelenler kimlerdi…

O bölgeden sorumlu konsolosumuz, basın ataşemiz, hukuk müşaviri, askeri ataşelik görevlisi ve birkaç tane de güvenlik görevlimizdi bunlar. Haber almışlar sabah erkenden oraya gelmişlerdi.

Anladım… Herhalde Türkiye’den haber almışlardır o kadar kısa sürede yoksa Almanlar haber vermez böyle bir durumda değil mi?.

Kesinlikle… Dış işlerinden sorumlu bakan yardımcımız Sayın Naci Korur Bey’in talimatıyla oraya gelmişler zaten. Siz keşke zahmet etmeseydiniz keşke dediğimde; Naci Bey’in selamını ilettiler ardından da Naci Bey’in ‘üzülmememi, gereken neyse onun yapılacağı’ notunu da, o sıradaki kısa görüşmemiz esnasında bana ilettiler. Devletimizin yetkilileri sağolsunlar bu işle ilgili olarak yeterince ilgilendiler. Hatta konsolosluğumuzun hukuk müşaviri avukatım olmak istedi fakat mahkemedeki Hakim ve savcı kabul etmedi.

Neden ki?

Vallahi benim orada gördüğüm kadarıyla; savcı hakim, hakim de savcı gibiydi. Bunu daha sonraki mahkeme celplerinde sergilediği tavırları da gördüğüm için peşinen şimdiden söylüyorum. Bir çok konu da hakim savcıya soruyordu orada. Hakim daha çok savcıya bakınıyor kesin bir duruş sergilemekte tereddüt ediyordu. Mahkeme boyunca dediğim gibi oradaki savcı hem savcıydı hem de hakim!

Ee, yani avukatsız, savunmasız mı devam etti diğer mahkemeleriniz…

Hayır, kendileri; yani Alman mahkemeleri bana sordular iş öyle olunca, ‘avukat ister misin bizden’ diye, ben de ‘evet’ dedim ve bir Alman avukat atadılar. Onu da mahkemelerin en sonuna kadar değiştiremedim. Adı da Linken di…

Acaba hangisinden dolayı suçlanacaktım!

Türk avukatınız olmadı mı yani…

Yok oldu, sonra onunla asıl işlerimi gördüm, takip ettirdik bazı işlerimizi.

Bu arada o ilk mahkemeniz süre olarak ne kadardı?

Savcı ve hakim 1 saat hakkımdaki iddianameyi okudular ve karar verdiler…

Evet… Karar verildi sonra nereye başladı yolculuğunuz…

1500 yıllık Karsluhe cezaevine tabii ki…

Cezaevine geldiniz ilk içeri girdiniz o an neler geldi aklınıza…

Orada neden bilmiyorum ilk aklıma gelen şey; Victor Hugo’nun ‘Sefiller’ romanı oldu…

Buraya kadar tamam... Anladım da… Bir şeyi atlamayayım.. Bu önemli bende merak ediyorum. Ruh halinizi de anlattınız. Peki, işin diğer boyutuyla ilgili bir soru sorayım şimdi. Bu size itham edilen ‘Ajanlık’ suçlamasıyla ilgili ne düşündünüz, aklınızdan neler geçti…

Şimdi bu konu şöyle… Aklıma o kadar çok şey geldi ki aslında… Çünkü bir sürü önemli işle uğraşıyordum. Bunların içinde çok özel işlerde vardı… Sayısını hatırlamadığım kadar yani eskiden bu yana… Dolayısıyla acaba hangisinden dolayı suçlanacağım diye aklımdan geçiyordu. Çünkü, ayrıntı detay daha ortada yoktu.



"Birilerini mi rahatsız ettik de…”

Hiç aklınıza gelen ihtimaller olmadı mı buna rağmen?

Oldu oldu… Birincisi; Gerek Mısır gerekse başka diğer İslam ülkelerinden bazılarının devrik liderlerinin bankalarda olan mevduatlarını Türkiye’ye transferiyle ilgili konulardan dolayı bazı çalışmaları olmuştu. İkincisi yüksek finans kazanımları konularında, yani yüksel trade gelirleriyle ilgili yani meşru yolla para transferi ile ilgili bir önemli çalışma vardı. Üçüncüsü ise Başbakanlık bünyesindeki kamu diplomasi kurumları TİKA, YTB ayrıca DİTİB gibi sivil toplum kuruluşları, dernekler, fikir kuruluşları vb. kurum dernek ve kuruluşlarla Belediyeler, üniversiteler arasındaki eş uyum, hedef ve birlikte çalışma gibi önemli konularda bazı çalışmalarımız olmuştu. Bunlara dair bazı çalışmalar yaparken, ‘acaba birilerini mi rahatsız ettik’ diye, bu da aklıma geldi. Başkaca, Almanya’da ki; siyasi kültürel, politik, ilmi, sanayici ve yatırımcı muhalif kanadı Türkiye’ye getirip, misafir edip, buradaki çeşitli gruplarla diyaloğ noktasında çaba sarf ediyordum. Son olarak da şu husus aklıma geldi, Almanya sanayisi ve teknolojisi 5 kategori üzerinden değerlendirilir. Bu kategori üzerinden ihracat yapılır. Bunlardan ilk üç tanesi en önemli sanayi dallarıdır. Bu kategoride olanlar Rusya’ya ve bazı Avrupa ülkelerine verildiği halde müttefikleri olan biz Türkiye’ye verilmez satılmaz. Bize ilk 3 den sonra geriye kalan 4 ve 5. sınıf sanayi ve teknoloji satılırdı. Zaten Türkiye o 4. ve 5. sınıf teknolojinin çöplüğü haline gelmişti. İşte bu kapsamda o ilk 3 sanayi kolu ve teknolojisinin Türkiye pazarına girmesi için çalışmalar, daha doğrusu: ‘yol açmalar’, işi kolaylaştırmalar konusunda gayretlerim olmuştu. Buradaki amaç siz de anlamışsınızdır; O asıl lazım olan ilk 1.2.3. kategorideki Alman ileri sanayi ve teknolojinin Türkiye’de de olması çabasıydı.

MİT’in gezici subayı imişim!

Tekrar mahkemelere dönecek olursak nasıl bir süreç işledi sizin için? Neyle suçladılar…

Birincisi tutuklamak için iddianame ikincisi delil hazırlama iddianamesi üçüncüsü ise mahkum etme iddianamesi vardı sürecin işleyişinde… Birincisi zaten hazırlandı ilk mahkeme bahsettim yukarda ve neticelendi. Yani tutukladılar beni ve cezaevine gönderdiler işte… İkincisi 2015/6. Ay sonunda hazırlandı. 3 son kısım ise mahkemenin ilkinden başlayarak oluşturulan delillerle mahkum etme idi. O da oldu, eylül ayı gibi ve çok uzun sürdü. Ama mahkum olmadım, mahkeme takipsizlik kararı verdi.

Ara bir soru yine… Onların hazırladığı yani Alman Federal Mahkemesinin iddianamesinde suçlarınız ne olarak görünüyordu, ne tür itham ve iddialarda bulunmuşlar?

Ooo… Neler yok ki… MİT’in gezici subayı imişim… Türkiye’nin 4. Adamı imişim… Avrupa, Almanya gezilerimin hepsini tek tek mercek altına almışlar sonrada bunlardan hareketle şu çıkarımı yapmışlar akılları sıra; Aleviler, PKK, KCK, Paralelciler yapının yurtdışındaki sahiplerini, yöneticilerini güya tek tek tespit edip, güya onlar sonraları yurt içine döndüklerinde onlara demokratik olmayan işlemler yaptırıyormuşum. Bu konulara dair izleme istihbarat topladığım ve de… Efendime söyleyeyim başka ekonomik, mali ve finansal casusluk yapıyormuşum son olarak da yeni bir istihbarat teşkilatı kuruluyormuş bende bunun yöneticileri arasındaymışım birde.

Operasyondaki asıl hedef…

Bu suçlamalar oldu tamam. Pekala, bunlardan kabul ettiğiniz hiçbir suçlama olmadı mı?

Hiç birini kabul etmedim…

O zaman başka bir amaçları mı vardı yani iç dünyanı size ne fısıldadı bu konuda. Alman istihbaratı o kadar süre sizi izlemişler, delil hazırlamışlar bunun bir sebebi olmalı değil mi?

Hedef aslında ben değilim orada. Benim üzerimden başka birisi…

Nasıl yani, veya kim o hedef dersek?

Sayın Cumhurbaşkanı; Recep Tayyib Erdoğan. Benim şahsımda onu mahkum etmek istediler bu yaptıklarıyla. İşin doğrusu bu. Daha da ilginci: Alman hükümet yetkililerinin Sayın Cumhurbaşkanımız hakkındaki düşünceleri beni çok hayrete düşürdü.

Ne düşünüyorlar ki?

Anti demokratik uygulamaları olan diktatör birisi olarak görüyorlar onu. Türkiye’de ki aydın ve batı kültürlü paralel yapı mensuplarının demokratik çalışmalarına karşı çıkan, onların bu çalışmalarına engel olan birisi olan iddia sahibi olmuşlardı.

Paralel demişken… Malum sizin tutuklanma gününüz de çok ilginç. 17 Aralık, bizde de 17 Aralık’ta küçük kıyamet koptu burada bu da, ilginç bir ortak yön bu. Siz de, o tarihte tutuklandınız Almanya’da… Orada etkilerini gördünüz mü onların, karşınıza çıktı mı bu yapı?

Evet… Tercümanlara paralel yapı mensuplarının çok tesir ettiğini gördüm. Çok tercüman var… Bir kısmıyla muhatap oldum. Oradan biliyorum. Hatta değiştirttim bir süre sonra, birşeylerin ters gittiği görünce… Birde Hürriyet ve Zaman Gazetesi geliyordu Türkçe olarak cezaevine, başka gazetelerde vardı belki ama bana sadece bunları veriyorlardı. En önemli şey… Alman istihbaratı beni dinlemiş ve tüm bunlar tercüme edilmişti. Ve tercümelere vakıf olunca saptırılmış olduğunu, benim konuşmalarımdan farklı ifadeler çıkartılmış olduğunu saptadım. Sonra onu bir şekilde araştırdık. Paralel yapı mensubu bir tercüman olduğu o zaman ortaya çıktı. Birde tercüme yapan beni iyi tanıyordu tercümelerden, oraya kattığı yorumlardan belliydi bu. Almanya’da, ‘Kohl Kararları’ diye, bir parlamento kararı var, düşüncelerime göre bu kararlar gereği, ‘ Paralel Örgüt’ de orada kullanılıyor.

Alman ajan iki defa sorguya geldi…

Bunlar yaşandı, sizi özel olarak mahkeme dışında sorguladılar mı, ya da Alman istihbaratı sizinle görüştü mü?

Tabii ki… 2 kez görüşmek için geldiler. Frenekental ve Koplens Cezaevlerinde kaldığım dönemlerde. Bu cezaevlerinin özel bir bölmesine (odasına) alındım. Bodrum kat gibi bir yere indik her iki görüşmede de… Özel giriş prosedürleri olan bir oda idi. 2 ayrı cezaevinde kaldığım süreçlerde birer defa görüşmek için geldi bir kişi. Bir kişi derken yanında cezaevinden bir kişi ile birlikte oldu bu görüşmeler. Tamamen yalnız değildik. Devlet ve Adalet Bakanlığı adına teklif yapabildiği için bu kişinin Alman BND veya federal iç istihbarat elemanı olduğunu düşünüyorum bu kişinin. Birde Almanlarda Anayasa Güvenlik İstihbaratı birimi var. Buradan da birileri olabilir. Çünkü bu tür teklifleri en üst istihbarat birimleri yapabilir.

Süre olarak ne kadar zaman görüştüler ve ne dediler?

Her iki görüşmemde de aşağı yukarı 2 saate yakın bir zaman dilimi içerisinde görüştük o kişiyle. Zaten her iki görüşme de yanıma gelen kişi aynı şahıstı.

Bir dakika… Tercümansız mı gerçekleşti bu görüşme, tercümandan bahsetmediniz dikkatimi çekti?

Evet, doğru tespitiniz tercüman yoktu. Gelen kişi gayet iyi Türkçe konuşuyordu. Almandı Türk de değildi. Fiziki yapısından göz renginden vesaireden biliyorum bunu…

O, iki telefon görüşmesini kabul et, karşılığında…

Burada tek bir cezaevinde kalmamışsınız sanırım iki cezaevinde dediniz…

Evet, ama ben 3 ayrı cezaevinde kaldım zaten. Sürekli aynı yerde bırakmadılar ki. 17 Aralık ta aldılar, 10 Kasım 2015 tarihinde çıktım. Bu süre zarfında 3 ayrı cezaevinde mahkum edildim…

Anladım… Evet, bu görüşmelerde ne konuştunuz, neler sordu o Alman İstihbaratından geldiğini düşündüğünüz kişi?

Bana da ilginç geldi bana; ‘fizikötesi istihbarat ne demek’ diye, sordu bir defasında. Onun dışında iki telefon görüşmemim içeriğine dair sorular sorup teklifler sundu.



Ne tür tekliflerdi bunlar ve içeriği neydi?

"O iki telefon görüşmesinin içeriğini kabul edin, itiraf edin bunu yapmakla hainlik yapmış olmayacaksın, bu ikisi benim diyeceksin. Ondan sonra size 2 yıl ceza veririz, Avrupa ülkelerine giriş çıkışınızı yasaklamayacağız, iş imkanları oluşturacağız size” türden vesaire laflar ettiler. Bir nevi bu işlemlerin onların CMUK ‘una göre sağlıklı bir şekilde yani devlet garantörlüğünde bu işlerin yapılacağı telkininde bulundu açıkçası.

İlginç… Sizin tepkiniz ne oldu, ne dediniz?

Bende şunu dedim; bu ısrarlarınız devam ederse kabul ederim fakat bir şartla ; "Hitlerin ölümünden sonraki Almanya’daki tüm faili meçhul cinayetleri de benim yaptığımı kabul ederseniz o zaman olur” dedim.

Enteresan bir cevap olmuş, neden öyle dediniz ki sonrası ne oldu sonra…

Sezai Bey, beni bunaltmıştı o yüzden böyle yaptım. Adamın surat ifadesi değişti, bir cümle daha etmedi kalktı gitti sonrasında.

Federal Mahkeme Hakiminin garip teklifi!

Kafama takıldı, sahi size kabul ettirilme teklifi ile sunulan o iki telefon görüşmesinin içeriği neydi?

İnanın, iş benim o cevabımla kilitlendi… O görüşmelerin içeriği hakkında ben de fikir sahibi değilim… Çünkü binlerce telefon görüşmem vardı ellerinde…

Bu Alman istihbaratı tarafından yapılan teklif dışında başkaları da müdahil oldular mı bu dava da benzer şekilde?

Şimdi şöyle, Alman mahkemelerinde hakimler savcılar mahkumlar ve avukatlar olmak kaydıyla kendileri de dahil kabul ederseniz özel toplantı yaparak sizle konuşuyorlar. Biz de de bakalım ne diyecekler diye bir özel toplantı kabul etmiştik mahkemenin birisinde. Mahkeme hakimi ilginçtir ki, Alman istihbarat görevlisinin yaptığı aynı teklifi sonra bize o mahkemenin hakimi vasıtasıyla bir daha aynen yaptı! "Size 2 yıl mahkumiyet verelim bazı detayları da görüşürüz sonra bu davayı da kapatır gideriz” dediler… Bende, " hayır bu teklifinizi kabul etmiyorum, davanın sürdürülmesini istiyorum” dedim.

Evet, şimdi çeşitli sorular kısmına geçelim… 17 Aralık, gözaltına alınma tarihiniz ilginç bir zamanlamaya denk gelmiş. Neden çünkü aynı tarihte Türkiye’de de bir 17 Aralık meselesi oldu. Sizce bir ilinti var mı bu iki 17 Aralık arasında…

Ben net bir bağlantı var dememekle birlikte, bir akrabalık bağı olabileceğini hissediyorum. Şöyle ki; 17 Aralık tarihinde gitsem o tarihte beni alacaklarmış demek ki… Ama birkaç yerden aldığım bazı bilgiler var bu konuya dair. Şu an araştırıyorum bunları da, ileri ki zamanlarda bazı detaylar netleşince kamuoyuyla da paylaşacağım.

Bu işte, "Paralel Örgüt” parmağı!

Ne gibi bilgiler, paylaşmanız da sakınca yoksa ipucu alabilir miyiz?

Önemli ipuçları bunlar o yüzden temkinli davranıyorum… Röportaj içinde bunlara dair emareler geçiyor aslında. Paralel yapının bu işte direk olmasa da, altyapı hazırlanırken bir parmağı olduğunu kesin düşünmeme rağmen yine de biraz bekleyip bazı hususları daha bir netleştirmek istiyorum. Bir toplantı yapmıştık… Ehemmiyetli bir toplantıydı. İçeri alınmadan önce, 2013 yılında Ataköy’de yapılan bu toplantıya Paralel yapının en önemli medya yayın organlarında çalışan bazı önemli isimlerde katılmıştı.

Neler konuşuldu orada, ya da siz ne türden konuşmalar yaptınız?

MİT ile Polis istihbaratının ne olduğunu, polis istihbaratının bazı yanlış işler yatığını, bakış açısının değişmesi gerektiğini, devletin en önemli ve Milli İstihbaratını yanlış işler yapmakla suçlayan, sorgulayan, ayrıca hukuk dışı işlemler yaptığına dair bu kurumun mensuplarına yönelik yaptıklarını ileri sürmeleri, iddia etmelerinin bir hata olduğunu çünkü bu iki istihbarat birimi arasında zaviye ve açı farkı bulunduğunu, bu yüzden her iki kurumunda bu hususu dikkate almaları gerektiğini aksi halde ileriki zamanlarda bu iki kurumun aralarındaki bu tür sürtüşmelerin daha da artacağını, buna da yukarda bahsi geçen haksız eleştirileri yöneten ‘Paralel Örgüt’ mensuplarının vesile olacağını dillendirmiştim. Bu durumunda devletin ve milletin milli menfaatlerine zarar vereceğini o yüzden çok dikkatli olunması gerektiğini de beyan etmiştim. O zaman baktım böyle önemli bir konu da hiç itiraz etmediler, eleştiriler yapmadılar hatta soru da sormadılar.

Aklınızda kaldığı kadarıyla bir-iki katılımcı adını verebilir misiniz? Mesela kimler vardı o toplantı da?

Örneğin; Bülent Korucu, Abdullah Aymaz gibi isimler vardı…

Anladım… Peki de, bu dediklerinizden yola çıkarak o bağı nasıl kurdunuz ki? Yoksa başka işaretler, deliller de tespit ettiniz mi?

Tabii ki… Sezai Bey şöyle ki… Ben, o toplantıdaki konuşmamı Mayıs 2013 de İstanbul’da yapmıştım. Şimdi Almanya’da bu kadar şey yaşadım. Yüzlerce sayfa evrak tapesi, dinleme evrakları vesaire gördüm. Orada Benim Almanya’da dinlenmeye başladığım tarih ne olarak görünüyordu biliyor musunuz? Haziran 2013 yani bu toplantıyı yaptıktan tam 1 ay sonra bu iş başlamış. Bağlantı bu, araştıracağım detaylandıracağım dediğim meselelerden bir tanesi de bu. Birde orada Taha bey sen bunları anlatıyorsun da biz senden daha fazlasına hakimiz havasını hissetmiştim sergilediği o tavırlardan. Sonra bu işler başıma gelince o tavırlar daha bir anlam kazandı dünyamda… Ayrıca iddianamemde ki bazı ifadelerin tercümesinde söylemediğim şeylerin gözüme çarpması. burada da beni iyi tanıyan birinin yapabileceği şekilde yapılmış yorumlar, tercümeler kafamda başka soru işaretleri bıraktı…



Diğer iki Türk’e eş zamanlı operasyon…

Sizle alınan diğerleri… Diğer iki Türk yani… Onlar nasıl alındı…

Aslında bu eş zamanlı bir operasyonmuş… Sonra anladık. Ben alınıncaya kadar onlar kuşatılmış bekliyorlarmış. Birisin evi, diğer arkadaş da havaalanında olarak. Ben alınınca bir tanesinin evine giriliyor, arama yapılıyor adından da kendisi tutuklanıyor. Diğer arkadaş da Göksel G. (O an röportajı yaparken kendisi de yanımızda) havaalanında beni karşılamak için beklerken garipliği seziyor. Her zaman kalabalık olan havaalanının bu bölümü, yani o an kendi oturduğu bölüm o gün, o saatlerde çok sakince imiş. O da, "Allah Allah” diyerek şaşırmış. Fazla gelen giden yok. Sadece yanında bir hanım oturuyormuş ürkerek. Hatta bir ara o hanımın da elinin titrediğini görmüş , "yardımcı olacağım bir durum olur mu acaba bir sorsam” diye de bir ara aklından geçmiş. Ruh hali garipmiş yani… Sonra bu düşüncelerle beklerken birkaç dakika geçmiş zaten polisler kuşatmış hemen. Beni alınca polisler hemen ona da gelmişler, bakmış ki o kadında polislerle haşır neşir başında duruyor! O da polismiş meğerse!

Aynı cezaevine mi kaldınız, birde aynı mahkemeye mi çıkarıldınız?

Hayır, onlarda Almanya’nın ayrı şehirlerindeki Polis merkezlerine götürülmüşler. Bir araya gelip delil karatacağımızı düşünmüşler. Aynı gün farklı mahkemelerde duruşmalarımız görüldü. 9 ay boyunca da birbirimizle hiç görüştürülmedik. Hatta Göksel G’nin avukatlık bürosu bizim davamızı üstlenmek için bir ara girişimde bulunmuş. Ona dahi Alman mahkemeleri delil karatırlar gerekçesiyle izin vermemişler. Tabii karatır diye düşündükleri o delillerden kendileri de 11 ay uğraşmalarına rağmen hiçbir bir şey çıkartamadılar bu da ayrı bir komedi!

Siz az evvel telefonla konuşurken, ben de o esnada Göksel Bey ile de tanıştım birazda sohbet ettim, o bu durumu anlattı şimdi… Birde ona teklifte bulunmuş Alman avukat. Çok ilginç bir teklif (!) detay verir misiniz o konu hakkında da? Birde onlar neden erken çıktılar…

Evet… Asıl işleri benimleydi zaten. 56 gün Göksel G. tutuklu olarak, 75 gün de diğer kişi Ahmet G. tutuklu kaldı. Ardından şartlı tahliye edildiler. Alman polis merkezlerine belli kısa periyotlarla gelip "Biz buradayız” beyanı ve imzası verdiler mahkeme bitene dek… Evet, Göksel Bey’e mahkemenin bir nevi zorunlu tahsis ettiği avukatı: "Göksel Bey Taha Bey bir casustur” deyin, sizi serbest bırakalım demişler. O da "asla olmaz öyle bir şey” demiş…

Cezaevi üniformamda 3 çizgi kırmızı şerit!

Gelelim cezaevi şartlarına, orada yaşadıklarınıza yani mahkum Taha Bey’e… Bir farkınız var mıydı diğer mahkumlardan, sonuçta "Casus” muamelesi gördünüz Alman hapishanelerinde…

Olmaz olur mu, hem de nasıl hissettirdiler bunu. Hem halleriyle hem de hukuk dışı bazı fiili davranışlarıyla… Diğer mahkumların sahip olduğu bir çok hakka sahip değildim. ‘Baydarmaynof Çetesi! Vardı, Almanların en ünlü çetesi, hepsi cezaevinde intihar ettirildi. Onlar için verilen mahkum şeridini bana da takmışlar. O şerit meselesi nedir derseniz, şu anlama geliyor; Mahkumlar, Almanya’da 4 şerit kategorisi altında mahkum edilirler. Birincisi Sarı, ikincisi Mavi, üçüncüsü Yeşil, dördüncüsü de Kırmızı şerit… Örneğin, İŞİD (DEAŞ) mensubu bir kişinin üniformasında bir şerit Kırmızı vardı. Benim üniformamda ise 3 Kırmızı şerit vardı. Yani en tehlikelisi imiş bu…

Nasıl bir yerdi kaldığınız o hücreler?

7 metrekare bir yer aşağı yukarı. Orada da yatak, tuvalet küçük bir lavabo, birde küçük masa ve küçük sandalyesi. Banyosu içerde yoktu. Dışarıda ayrı bir yerde idi. Yukarısı, yani tavanı cam pencere kat kat ama gökyüzünü seçemiyorsunuz, çok net göremiyorsunuz flug var ile yok arası gibi. Birde 24 saat ışık yanıyor bu yüzden zorlanıyorsunuz gece mi, gündüz mü ayırt etmekte.

Yemekler nasıldı, neler verdiler?

Sabah, kazan neskafesi diyorlar onlar, ondan. Öğlen patates, pilav veya malzemesini bilmediğim türde bir yemek. Akşamları bitki çayı ve ekmek. 3 ay kantin iznimde yoktu ki kantinden alayım bazı şeyleri, haliyle mecburen onları yedim, onlarla idare ettim.

Domuz etini mahkeme Hakimine gösterdim ve dedim ki…

Yani aslında dediğinize bakılırsa bizim cezaevi yemekleri ve şartları bu halde daha iyi gibi gözüküyor gözlemlediğim kadarıyla... Orada yemekler mahkumun dinine göre verilmiyor muymuş? Günümüzde aksinin olması "abes olur” diye düşünsem de, anlattığınız kadarıyla gene de iyi değilmiş…

Ooo, bizim cezaevleri süper onlara bakarak. Fakat orada dış görünüş olarak bazı şeyler varmış gibi görünse de, bize öyle lanse edilse de söz konusu Müslümanlar olunca muamele de evrensel mahkum haklarından çıkıyor ve öznel davranışlara yöneliyorlar. Buna da kimse ses çıkarmıyor. Mesela bana yaptılar bunu. Ben başta tüm bilgileri vermeme rağmen, onların beni Müslüman olarak not etmelerine rağmen gene de birkaç kez şahit oldum o tür hukuksuz uygulamalara. Domuz eti örneğin… Domuz eti verdiler kaç defa… Yemedim, çünkü domuz etini hemen diğer etlerden farklı olduğu için seçebiliyordum. Ama şimdi anlatacağım olay gibi hiç mahkemeye giderken denk gelmemişti. Bir gün mahkemeye gidiyorum, genelde mahkemeye giderken de hazır bir poşet içinde kumanya verirler. İşte o günlerden bir gün yine verdiler. Bir baktım içinde iki dilim arası salam ve domuz eti koymuşlar. Hiç ses çıkarmadım mahkemeye kadar yanıma götürdüm. Ardından da mahkeme heyetine gösterdim, "Benim kumanyam bu, beni aç bırakıp öldürmek mi istiyorsunuz” dedim…

10 bin civarında telefon görüşmesi, alan dinlemesi!

Dediniz… Tamam… Mahkeme heyeti ya da Hakim bir tepki verdi mi peki?

Hakim gördü, baktı ve; "Olmaz böyle şey” dedi. Ardından da "bu gün sizin yemeğinizi biz ısmarlayalım” dedi. Ardından da bana dışarıdan, o kadar zamandan sonra ilk kez bir Türk yemeği olan; "Peynirli Pide” getirttiler. Ve ilk kez cezaevi formatı dışında bir gıda yemiş oldum.

Birde mahkemeniz epeyce uzun sürdü takip ettiğim kadarıyla… Neden o kadar sürdü?

Evet… Dosyamızda yaklaşık 200 bin tape vardı. 170 bin veri. 10 bin civarında da telefon görüşmesi ve alan dinlemesi, birebir dinleme artı yorumlar. Hal böyle olunca eşek yüküyle dosya tutuyordu. Bunlar üzerinde konuşmak, dinlemek vesaire işler açısında çok günümüzü alıyordu. Düşünün bir hukukçu arkadaşımız 125 civarında dosya olduğunu söylüyordu. Bunları mahkemeye getirip götürürken de bir transit minibüs kullanıyorlarmış. Dosyalar o kadar çok olunca… Sadece 100 tape bağlantılı bir dosyayı 4 ay dinledik, konuştuk mahkemede. Allahtan hepsini dinlemeye ve konuşmaya imkan olmadı, yoksa ben oradan ömür boyu çıkamazdım herhalde (Gülümsüyor)…  11/01/2016-İstanbul 

Fotoğraflar:2016 @Sezai ŞENGÖNÜL

NOT: (@) İlgili Röportaj, röportajı yapan imza sahibinden izin alınmaksızın elektronik ve basılı diğer ticari amaçlı yayın/yayım yapan; basın-yayın ve yayım organlarında hiçbir şekilde kullanılmaz. Tüm görseller ve ilgili metin Telif Haklarına tabidir.

 



HAFTAYA BÖLÜM 2’DE;

-Neden ve nasıl 3 defa ölüm tehlikesi atlattı?

-Gardiyan yüzüne bakıp neden, ”Allahu Ekber” diye, bağırırdı…

-İsviçre’den cezaevine ziyaretine gelen bir kişinin dedikleri neden onu çok şaşırttı?

-G-20’nin hemen öncesi tahliyesi bir tesadüf mü?

-Tahliye olduğu gün konsolosun ısrarına rağmen neden Türkiye’ye dönmedi?

-Tahliye olduktan sonra yaptığı akılalmaz şey ne idi?

-"Ne oldu şimdi ha, hadi söyleyin bakalım!”

-G 20 Zirvesinden 3-4 gün önce tahliye olmasının bir sırrı var mı?

-"Üzülmesin, gereken neyse yapılacak” diye haber yollayan kimdi?

-"Bize kalırsa siz hala profesyonel bir…” diyen kişiler, neden öyle dediler?

-Kripto haberleşme işaretleri var diye, adresine iade edilen kitap ne idi?

-Alman İstihbarat Servisi DNS, 10 Bin civarında telefon görüşmesini, birebir ve alan dinlemelerini nasıl ve kaç yılda yapmıştı…

-Takip ettiklerini önceden biliyor muydu?

-"İstatistiki verilerimiz birebir ellerinde!”

-Almanya’daki kurumların 2 belirgin özelliği!

-Türkiye’ye nasıl getirildi?

Ve daha birçok çarpıcı detay…

Sitemiz yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm haklarının sahibidir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
YUKARI