NİSAN VE İNSAN...
Çocukluğumdan bu yana yağmura karşı bir başka sevgim var... Gençlik ve ergenlik yıllarındaki zamanlar daha bir başka hatırlarım yağmuru… Çünkü o vakitler bir sakin köyde bulunan evimizin, daha doğrusu 3-5 evin bulunduğu küçük bir tepe üstündeki evimizin komple çinko olan tavanına çisil çisil o yağmur tanecikleri değdiğinde, çıkan o tıpırtılar… Beni mest ederdi… O tıpırtılar "Ninni” gibi gelir, öyle tatlı bir uyku çökerdi üzerime ki, en sonunda dayanamaz bir battaniyeyi üzerime örter, saatlerce uyurdum. Uyandığımda da, evin kedisinin de benim duldama bir yerlere, battaniyenin bir kovuğuna kıvrılmış olarak uyurken bulurdum. Ayrıca yağmur damlacıklarının yere düştüğü ilk saliselerdeki "sıçrama hali” beni çok cezbeder… Saatlerce seyrettiğim olmuştur, bu halini… Yağmur sonrası toprak kokusunu, ebemkuşağını geçiyorum zaten…
Aslında
bahsetmek istediğim nisan yağmurları… Evimizde, o günlerde bir değişiklik
olurdu. Nedendir bilmem nisan yağmuruna karşı özel bir ilgi olduğunu hissederdim.
Çünkü evin içinde bulunan tas ve sürahileri o günlerde evin dışında, balkon
üzerinde yüksekçe yerlerde görürdüm.. Dolduğunda annem alır götürür, sonra
başka bir tasla geri dönerdi veya aynı tası boşaltmış olarak geri döner, aynı yere de koyardı… O suları ne yapardı, bir fikrim de olmazdı… Aklıma da gelmezdi… Fakat o
günlerde içtiğim bazı suların tadının her zamanki çeşmeden içmediğim suyun
tadında olmadığını hissederdim. Fakat o zamanlar aklıma neden böyle acaba vb.
sorular gelmezdi…
O suların ne
olduğunu yıllar sonra annem ile bir sohbet esnasında öğrendim. Annem o suları
içeri götürür bir bidonun içinde biriktirirmiş. ve 3-4 gün boyunca sürahilerde
bizlere gelene gidene servis ederlermiş. Yani bizlere içirirmiş. Kimi zamanda o
yağmur sularını biriktirdiği suyun içine 3/’1’oranında diğer zamanlarda
içtiğimiz o sudan da karıştırırmış. Bir matematiğe göre bu işi yaparmış
yapmasına. Ama ben halen, bunu niye yaptığını bilmiyorum. Merakta etmedim
açıkçası… Bir bildiği vardır diye düşünerek… Öyle ya; anneler kötü bir şey
düşünmezler evlatları için…
Neyse efendim lise yıllarımda hem yağan o yağmur taneciklerini seyreder, hem de şunu düşünürdüm; "Neden nisan ayında bu yağmurlar çok çok şiddetli yağmaz da, çisil çisil yağar acaba?" diye.. Kasım, aralık ya da ocak aylarındaki gibi şiddetli yağmazdı hakikaten… Yıllarca bu sorunun cevapsızlğı dolaştı durdu kafamda...
Neden bu ay? Ne özelliği vardı ki... Düşünün şöyle
bir… Mart sonu, nisan ayı başlarında genelde istisnalar hariç, bir çok ağaç hep
ilk çiçeklerini açar, değil mi? Nisan ayının ortalarından sonra da iyice tomurcuk tutmaya
başlar ağaçlar ve bazı diğer bitkiler… Bazı yerlerde bölgesel ve sıcaklıklara bağlı olarak tabiatın bu hali, artı-eksi bir iki
hafta oynasa da çiçekler tomurcuğa genelde bu vakitler yüz tutar... Türlü türlü çiçeklerde kabuğundan dışarı
çıkartırlar kafalarını, aynı günlerde… İşte
bu ayda yağmurlar o kadar çok şiddetli yağsa idi ne olurdu sizce? Sicim gibi
derler ya hani… İşte öyle bir yağmur… İşte, işin bamteli tam burada...
Cevap verelim peki ne olurdu; tüm çiçekler
dallarından dökülür, ardından tomurcuk tutmaz, ardından da meyve vermezlerdi
değil mi? Bilirsiniz… O dallardaki
çiçeklerle ağacın irtibatı, kıl kadar ince bir bağa sağlanır... O kadar
şiddetli bir şekilde, o çiçeklere ya da dallarına değen yağmur damlaları
olsaydı Ne olurdu? O ağaçlarda hiç çiçek kalır mıydı? Hepsi teker teker
dökülürdü değil mi? Normal yerlerdeki çiçekleri bir düşünün… Onlarda çok
hassastır… Aynı şekilde, o çiçeklerde o şiddetli yağmur damlalarının
darbeleriyle ezilir, dökülür veya yara alır giderdi değil mi? Artı, bu ay ağaç
ve çiçeklerinin çiçek tozlarının, polenlerinin havada uçuştuğu günler ve
haftalar… İşte bu tozlar havada her yöne takla atıp başı boş gezinirken, nisan
yağmurlarıyla karşılaşırlar ve oradan da toprağa kadar inerler… Dağılırlar… Birde
işin bu yönünü düşünün… O darbeler çok şiddetli olsaydı yine o polenlerde sele
suya rüzgara karışır dengeli bir biçimde yeryüzüne dağılmazdı…
Ya sonrası…
Ekolojik denge bozulurdu… Meyvesizlik,
sebzesizlik, çiçeksizlik. Ve ardından da kıtlık… Çünkü yağmur damlaları
sayesinde o polenler yeryüzüne dağılır… Dağlar, ovalar, obalar, ormanlar,
tepeler, taşlar… Daha bir başka yeşerir... Yeşil elbisesini üstüne giyinir… Hiç
ummadığınız yerlere gider oraların toprağına karışır. Oralara can verir… Ondan
sonra böcekler, kelebekler, arılar gelir oralara… Hayat nisanlaşır, hayat
insanlaşır iyice… Hayat cıvıldamaya başlar nisanla birlikte… Gönüller gözler ve
hatta ruhlar… Demek ki; herşey bir nizama, ölçüye, hesaba, kitaba göre…
Tabii daha
sonraları okuduklarımızdan öğrendiğim şu ek bilgiyi de buraya anektod olarak
düşmemde fayda var... Havası kirli olan yerlerde bu durum biraz farklı…
Biliyorsunuz kükürt, karbon gibi kimyasallar da bulunuyor havada… Bunlarda,
aynı nisan yağmurlarıyla havadayken karşılaşıp bir yerlere düşüyor… Çok tehlikeli… Onun için kimyasal atık üreten,
kimyasal üretim dolayısıyla dumanını havaya salan fabrikaların yoğun olduğu çevrelerin
havası, bu havayı teneffüs eden insanlar açısından tehlikeli olduğu kadar,
yeryüzündeki diğer topraklar, bitkiler, insanlar, börtü böcek içinde
zararlı. Üstelik, mesele sadece o
fabrikaların olduğu yerle de sınırlı kalmıyor… Biraz yukarıda da açıkladığım
gibi. Rüzgarlar, yağmurlar, sellerle de başka bölgelere de taşınabiliyor bu
tehlike…
Bu arada bu
yazıyı yazdıktan sonra, annemin nisan
yağmurlarından biriktirdiği o suları bana neden içirdiği işi kafama takıldı… Akabinde
merakımı giderme babında birşeyleri de karıştırdım, "Hele bir de ben bakayım; şu nisan yağmurlarının bir hikmeti ilahisi var mıymış” diye… Ulaştığım netice; Hava
kirletici unsurların olmadığı, havasının temiz olduğu yerlerde ve temiz
kaplarda bu suları toplayıp, kullandığınızda sağlık açısından hiçbir zararı yokmuş.
Tam tersine de faydası varmış… Ha faydası ne derseniz… Epeyce nisan yağmuru
içmişim, sanıyorum… Bana bakın, işin sırrını çözün.)))
Evet… Yeryüzünde
nisan ve nisan yağmurlarının gezindiği şu üç hafta içerisinde bu günlerin
tadını çıkartın... İliklerinize kadar nisan yağmurları işlesin... Sizin de umut
çiçekleriniz bir bir, rengarenk açsın… Sonbahara, kışa hapis olan ruhunuzu azad
edin artık... Salıverin, nisanın içine doğru dolu dizgin gitsin… Hayatınız
şahlansın… Tabii bir kez daha uyarıyorum, metropol şehirler ve sanayinin
hayatımızın boynuna keskin bir bıçak gibi dayandığı, tadı-tuzu kaçmış, havası
bozuk şehirlerimizde yaşayanlar hariç… Sağlıcakla kalın…
Sitemiz yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm haklarının sahibidir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.