radyobir
radyobir

"Şok yaşadım, bir gittim geldim"

İki ayda 30 kilo verdi, yepyeni bir hale büründü. Geçtiğimiz günlerde basına 'lüks talanı' olarak yansıyan Balmain koleksiyonunda çıktı karşımıza. Yıllardır gece hayatının önde gelen isimlerinden olan Fatih Ürek, o gün mağazada yaşananları, "Bir gittim geldim" dediği mide operasyonu dönemini ve gece hayatının nasıl değiştiğini anlattı.

15 Kasım 2015 06:01 | Güncelleme :15 Kasım 2015 09:17 | Kategori: Magazin

Fatih, o çok konuşulan alışveriş görüntülerinde sizi bilerek mi çekmişler? Yoksa birisi çektiğinde mi denk gelmişsiniz?
 
Çok kalabalıktı orası. Farkındayım, kamera da vardı. Milletin elinde telefon da vardı, zaten artık tuvalete bile telefonla girdikleri için… O anda normal, çünkü sen alışveriş yapmak için gidiyorsun. Ama böyle çekiyorlar. Çok ünlü bir marka, bütün jet sosyete orada, ama herkes oradaydı. Yani bildik insanlar... Mankenler vardı, çok sanatçı yoktu.Biliyorum tabii, ben ona uyandım. Ben bu işin içinde olduğum için; "Kamera çekiyor şimdi, kim bilir neler yazarlar, ederler” diye bir düşünce sarmadı. O anda yapabilecek bir şey yok. Yani çektiler.

Seyredince dedim ki; "Ben asla bu kalabalığın içine girmez, geri dönerdim.”

Aynen öyle oluyorsun. "Ay bu ne!” falan diyorsun. Fakat arkadaşların da var, grup olarak gelmişiz işte. Bir de merak ediyorsun. Bir de ben gülmeye başladım "Ne oluyor?” diye, aslında çok eğlendim. Çok güldüm çünkü. Aslında ben bunu pazarda da yaşadım. Fakat enteresan bir hava var. "Aa niye gelmişler, bu kadar insan varken ben niye geri döneyim” de oluyorsun. Ama geri dönenler oldu.

Seyrettiğim görüntüde insanlar birbirini itekliyor ve koşuyorlar.

Armağancığım gerçekten ben de öyle düşündüm, ben böyle kenardaydım. Beni ittiler içeri zaten. İttiler içeri, böyle kenardaydım, kaldım. Elime ne geldi, bari şunu alayım falan yaptım. Böyle elime geldi yani. Bedenine falan bakamadım zaten.

Zaten senden sonra bir adam gözüküyor mesela, kutuların içine bakmadan üst üste koyuyor.

Evet ama onları şimdi sana söyleyeceğim. Bunların çoğu, bunları alıp ‘gittigidiyor’da fiyat arttırıp açık artırmayla satıyorlar. Mesela 250 liraya, 90 liraya aldığı bir şeye 2 milyar vermişler, daha satmamış kız, kabul etmemiş. Birisi koymuş oraya, enteresan şeyler de oluyor. Bu da yanlış bir şey. Asıl sahtekarlık bu.

Şimdi bir daha davetiye gelse aynı şeye, gider misin? 

Giderim, valla giderim. Armağancığım şimdi Olivier, Balmain’in designer’ı, dünyanın en önemli designer’larından biri. Adam gerçekten çok önemli şeyler yapıyor. Gidip normal bir mağazasına böyle bir şeyi alman çok zor. Belki bir parça falan alabilirsin. Gerçekten çok pahalı, çok zor bir şey... Zaten Türkiye’ye de belirli sayıda geliyor bu marka. Çizgisini çok beğendim. Ben zayıfladıktan sonra da zaten kılık kıyafetim olmadı ki. Böyle bir şeye ihtiyacım vardı benim. Balmain’i de çok beğendiğim, çok güzel bir tarzı ve çizgisi olduğu için, daha haberi çıkar çıkmaz "Ben buna gideceğim” dedim. Ve ekonomiyi de zorlamadan… Sonuçta ben de sanatçıyım, bir şekilde kendime yatırım yapmak zorundayım.

Nur’un suratını gösteriyordu kamera. 

Ama Nur, kadıncağız, orada kendine bir şey almak için gitmedi. Çünkü aksesuvarları da çok güzel. Çünkü o da gidip pazardan alıyor. Gidip H&M’in normal mağazasından 20 liraya, 30 liraya aksesuvar alıyor. "Aksesuvar göreyim” dedi, bir de modacı gözüyle bakayım istedi. Blogger’ların, modacıların çoğu oradaydı. Kadın hiçbir şey alamadı. Fenalık geçirdi kadın. Kadına çok yükleniyorlar, çok ayıp bir şey. Bu kadın bu işi yapıyor. Çok ayıp. İnsanlarımız çok kötü, bazen biraz terbiyesizleşiyorlar. Maalesef bunu söyleyeceğim. Çok saçmasapan şeyler yapıyorlar. Kadın hiçbir şey alamadı zaten, fenalık geçirdi. Tansiyonlar düştü. Ambulanslar geldi.

O kadar...

Tabii canım. Ambulans falan geldi, kadın bitti. Başkaları düştü. İnsanlar saçmaladı. Bir tanesi düşmüş, dişini kırmış. Görmedim.

Komik ama.

Komik tabii ki canım. Çok komik. Kenara itildim, ne olduğunu anlamadım. Elime geleni aldım. Allah’tan oldu üzerime! Çünkü çok küçük bedenler falan. Bir tane ceket aldım mesela, çok küçükmüş, Ivana’ya (Sert) verdim. Ivana’ya verdim, bir şey alamamış çünkü kadın. Dehşet içinde kaldı o da. Firma biraz daha iyi organize olabilirdi bence.

Ama firmanın hep aynı haberleri çıkıyor. Bence firma da kendi reklamını yapıyor böyle... 

Müthiş bir reklam oldu.

Bu gün de halkaymış. Ama mesela 10 kişiye bilezik takıp, 10 kişi alacaklarmış. Onlar çıkacakmış yine 10 kişi böyle kuyruk.

Sabah öyleydi. Ama bitti artık, kalmadı.

Bir şey almasaydın çok mu üzülürdün?

Üzülürdüm.

Şaka yapıyorsun. 

Armağan, benim cidden çok büyük bir beden farklılığım olduğu için, hani mevsim dönemlerinde evden çıkacak pantolonum yok, ceketim yok çünkü eskiler olmuyor bana.

SEPTİK ŞOK YAŞADIM, BİR GİTTİM GELDİM 

Kaç beden küçüldün Fatih?

Ceketi 54-56 giyerken ceketi, 48–50 giyiyorum şimdi. Düşün, zaten benim alt tarafım çok daha ince. Bazen pantalonları kadın reyonundan alıyorum. Bir, iki kere aldım.

 

Daha kilo gidecek mi, yoksa durdu mu?

Durdu, biraz kilo aldım üstelik.

Niye?

Aldım dediğim, 68 kilo oldum.

Kaçtan düştün Fatih? 

98–100 kilodan düştüm.

30 kilo.

30 kilo.

Üç ayda mı?

Hayır. Çok enteresan işte, ben şanslıyım da dönem dönem vermedim. Aslında bu 30 kiloyu iki ayda verdim Armağan.

Çok yahu.

Nasıl verdim... Bende komplikasyon oluştu. Ameliyat olduktan 10 gün sonra, bir kere 10 kilo verdim 10 günde. Onuncu günü hastaneye gidiyorum. Doktora kontrole giderken o gün bende korkunç bir ağrı oluştu. Meğerse kaçak oluşmuş bende. Kaçak, alınan midenin dikilen iç tarafında, bir ucundan vücut sıvısı bütün vücuda yayılıyor. Biliyorsun, zehirliyor. Zehirli bir şey. Onu yaşadım. Tabii ki korkunç şeyler. Bir gittim, geldim. Çok kötü günler yaşadım.

Onu yaşayacağını bilerek "Ol” deseler, olur musun bu ameliyatı?

Zannetmiyorum.  

Şimdi bana "Git, ol” deseler ben olmam. Şundan olmam: Önüme şahane yemekler geldi. Herkes yiyecek, ben iki yudum alacağım, doyacağım. Yapamam... 

Ama yaptım, çok da iyi oldu. Güzel oldu. Yine yiyorsun, tadıyorsun. Ama bir parça. Sana bir şey söyleyeyim mi; ben çok çektim. Dört, beş ay bunun sızısını çektim, gerçekten yani septik şok yaşayıp gittim, geldim. Fakat şu anda o kadar iyiyim ki, her şeyi yiyorum.

Ama az az. 

Ama yiyorum sonuçta. O tadı alıyorum yani.

Peki doktor böyle bir komplikasyondan söz etti mi sana? Başına böyle bir şey gelebilir dedi mi? 

Aslında itiraf edeyim; fazla etmediler. Olabilirliğinden bahsedildi. Bazen dinlemiyorsun ki. Işın’la konuştum. Aslızen’le konuştum, o dönemde bir sürü insanla konuştum. Hastaneye gittiğimde bana örnek hastalar gösterdiler. Doktorun asistanı kadın iki yılda 80–90 kilo vermiş, onları görüyorsun, gayet mutlular. Diyorsun ki "Bir şey yok.” Çünkü adam günde o zaman beş, belki altı tane ameliyat ediyor. Bana vurdu bu şans. Benden sonra da birçok insanı ameliyat etti.

Senin için ne dediler biliyor musun? Fatih ameliyat olmuş. İşte; hastaneden çıkmış, çıktığı gün su böreği yemiş, kola içmiş…

Doğru söylemişler! Öldü de dediler!

"Öldü" demediler. "Su böreğiyle kola içtiği için midesini bir daha deldi” dediler.

Ben sana onu anlatayım. Şimdi ben bu şeyi yaşadım, bitti. Kaçak olayı bitti. Bana ilk önce bir hortum taktılar. Sonrada antibiyotik ilacı verdiler. "Tamam, eve git” dediler. "Eve git, normal hayatın sürsün.” Aradan iki, üç ay geçti. Üç ay içinde o sırada meğerse benim kaçak devam ediyormuş. Midenin burasında bir kesecik oluşmuş. Benim ufak tefek de yediğim şeyler o keseye gidiyormuş. Normal yemeye başladım, çok böyle şey olmadan, hani börek de atmışımdır ağzıma. Ama hani böyle yumuşatarak, artık bu kadar bir şey anladın mı... Zaten çok zayıfım, nasıl olacak yiyemem ki ben, yiyemezsin zaten, imkânı yok. Şöyle bir lokmayı ağzına atıp yutamazsın. Suyu böyle lokur lokur içemezsin.

Ama öyle anlatınca ben çok ürküyorum.

Hayır. Ama doğrusu bence bu; suyu da lokur lokur içiyoruz, yanlış. Onlar yanlış şeyler. O gün aslında fenalaşmıştım ve kontrole gitmiştim. Fenalaşmışım derken, ayakta gidiyormuşum başka bir doktor "Senin kanın yok” diyor. Bu sefer stent takılırken o torbacığı patlatmışlar. Yanlışlıkla. Akciğere kaçıyor.

Baya facia yani. 

Tabii. Ama bir şey söyleyeceğim çok üzüldüler, orada Oktay Bey var, Hasan Bey var.

CAMİAYA SOSYETENİN EN TEPESİNDEN GİRDİM
 
‘Sosyete kadınları’ seni niye çok seviyor?

Çoğu arkadaşım.

 

Nasıl kurdun o ilişkiyi? Sahneden kurulan ilişki mi? Yoksa Semra Hanım’la olan o dönemden gelen bir şey mi? 

Ben bu camiaya girerken sosyetenin en tepesinden başladım zaten. Çünkü Karton’da çıktım. Celal Çapa’yla çalışıyordum. Sosyetenin tepesiydim, Şamsa da çıktım. Hepsini tanıyorum. Bir de gerçekten çocukluğunu bildiğim insanlar var. Mesela Bahar Şer. Çocukluğunu bilirim, babasının elinde büyüdüğüm bir insan. Babası Hayri Ağabey babam gibidir. Onun çevresi, arkadaşları oldu. Arkadaşlıkları oldu. E bir de tabii ki bunlar çok seçici insanlar. Tutucular ve seçiciler. Eşleri de çok seviyor beni. Çünkü arkadaşız, ortama ayak uydurabiliyorum. Belki aynı dilden konuşuyorum. Bilmiyorum, ondan dolayı böyle bir durum var. Ama memnunum. Çok mutluyum. Çok mutluyum, arkadaşlarımla çok eğleniyoruz. Tabii bakmayın, dünya görüşleri farklı oluyor. Maddiyatın dışında, dünya görüşleri farklı; bir şeyler öğrenebiliyorsun. Güzel hediyeler alıyorsun. Güzel hediyeler veriyorsun.

Semra Hanım’la görüşüyor musun?

Evet, görüşüyorum. Görüşmez olur muyum. Geçenlerde beni aradı. "Çok özledim seni, gel” dedi. O sırada annem çok fenalaştı. O haftada pazartesi o, kardeşini kaybetti. Ben de çarşamba kaybettim annemi. Yine bir araya gelemedik. Aradım geçenlerde ben gideyim diye, Semra Hanım çok hasta.

O zaman hatırlıyorum, senin VIP’ten geçmen olay olmuştu.

Şimdi herkes geçiyor.

Herkes geçmiyor.

Herkes geçiyor, geçiyor. Elini kolunu sallayan geçiyor. Dıdısının dıdısı da geçiyor, biliyorum. Ay CIP’ten gidiyorum. Oradaki insanlar sevdikleri için, vallahi VIP’den daha çok ilgi gördüğümü düşünüyorum ben.Yani ben bundan daha mutluyum. O zaman ne yapıyorum gidip kasacağıma VIP’de böyle, CIP’ten, normalden de geçerim.

GİZLİ ZENGİNLER VAR
 
Sahne hayatı çok mu değişti Fatih? Hep duyuyorum; "Eski keyfi yok, eski işler yok, eski müşteri yok” diye.
 

Doğru. Bir kere şunu söyleyeyim. Jenerasyon farkını çok yaşayan bir sanatçı olduğumu düşünüyorum. 1990’dan beri piyasadayım, bakarsan burada en eskilerinden biri benim. Hatta en eski diyebiliriz. Gazinoların son döneminde girdim. Ondan sonra bir kulübe girip, zaten bu kulüp ve eğlence, ‘eller havaya’ modası da dediğim gibi benimle başladı bir nevi. Başladı ve ortalığa bir sürü şarkıcı çıktı. Bir çoğu da yok oldu gitti. Tabii insanlar daha çok para harcıyordu. Paranın inanılmaz bir sınırsızlığı vardı. Her hafta birisine gitme durumu vardı. Her hafta abone olma durumu vardı. Bir de asıl önemlisi her hafta gelenler, bütün salonlar,  hangi yerse birbirini tanıyordu insanlar. Şimdi tanımıyorlar birbirlerini. Müzik zevki de değişti. Şimdi öyle bir karmaşa oldu ki yani, arabesk istiyorlar.

 

Ama arabesk albüm yapanların da albümü satmıyor. Gece çıkıyor arabesk dinlemek istiyor, arabesk albüm yapınca da satmıyor.
 
Eski arabeskleri özledik. Mesela İbrahim Tatlıses çok özlendi. Şimdi o da kalmadı. Biraz benzerleri falan çıktı, ona benzer şarkıcılar da var. İyi sesler de var içinde. Ama olamıyor işte.

BENİ TRT’YE ÇIKARMAZLAR 

Bunun toplumun tutuculaşmasıyla alakası var mı sence? Gece çıkmanın daha az olması, müşterinin değişmesi...

Teknoloji ve sosyo ekonomi diyorum. Dikkatli para harcıyor insanlar. Çok zengin olan, sonra zengin olan; zenginliğini çok belli etmek istemiyor, göstermiyor. Gizli zenginler var. Bu gizli zenginlerde bir de şey var; biraz kontrollü yaşamak. Bir de diyorlar ki "Toplum delisi olmayayım” diye. O zaman ne yapıyor adam; çoluk çocuğuna "Sakın çıkmayın” diyor. Yahut da daha mutaassıp bir toplum olduk. Yani daha muhafazakar bir toplum olduk. Muhafazakar bir aile de çocuğunu dışarı göndermez. Niye göndersin? Fakat bu dönemden sonra burada bir şey daha var. Bu arada "Kalan sahalar bizimdir” oldu. Elimine oldu. Şu anda piyasada sahnede şarkıcıların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

 

Tabii çok az insan... 

Ben kendimi sayabilirim. Şükür, hamdolsun ki... İşte birkaç kişi var; Hakan Altun, Yıldız Tilbe, Serdar Ortaç, Deniz, Demet, Hande. İnan yok... Şu anda Türkiye’de, İstanbul’da BVS grubu var. Birinci sınıf kulüp, orada ben çıkıyorum. İşte bu saydıklarım çıkıyor. Başka kimse yok. Yazık tabii, günah. Öbür sanatçılara çok acıyorum. Üzülüyorum yani, ekmek kapıları. Ama bir de şu var; ben eskiyim. Biraz önce de söyledim. Kendime çok yatırım yapıyorum. Ayak uyduruyorum teknolojiye Armağancığım, gidiyorum 60–70 yaşındaki insana da hitap ediyorum. Siyasetle falan da çok alakası yok bu işin. Yani, iyiysen çalışıyorsun. Bir takım engeller çıkabiliyor yalnız, bir takım engelleri var bu işin, biliyorum. Mesela beni TRT’ye çıkarmazlar. Niye çıkarmasınlar, ben bu ülkenin vatandaşıyım, vergi veriyorum. Öbür kanallarda niye çıkıyorum o zaman?

Şimdiki aklın olsa bu piyasaya bir daha girer miydin Fatih? 

Girerdim, çünkü ben bu işin içinde doğdum. Ben biliyorsun, aslında oyuncuyum. Devlet Tiyatrosu’na çocukken girdim. Evvelsi gün gene düşündüm. 11, 12 yaşında Devlet Tiyatrosu’na girmişim. Anadolu turneleri yaptım. Özel tiyatrolarda da oynadım, sonra kendim tiyatrolar yaptım. Hep sahnede olmak istedim ben, hep sahnede olmak istedim. Şarkıcılığa başlarken lay lay lom şarkıcı oldum. Çünkü seviyordum, her şeyi yapıyordum. Ama şimdi artık yaş geçti, zaman geçti, kafam değişti, şimdi profesyonel bakmak zorundasın. Ayakta kalabilmek için de bunu en iyi şekilde yapmak zorundasın. Bir de tabii ki yine de ben sahnede birçok şarkıcıdan daha iyi şarkı söylediğimi düşünüyorum. Bunu otoriteler söylüyor.

Bence iyi bir star şarkıcı olabilmek için iyi şarkı söylemek şart değil. 

Onu taşımak lazım Armağancığım. Sen de beni çok eski tanıyorsun. Neydin, ne oluyorsun. Taşımak lazım, işte bu sosyal yaşamımla alakalı. Durumunla, çevrenle alakalı. Mesela her yere gitmeyeceksin. Ajda Pekkan’ın bir lafı var; "Ne kadar yoksan, o kadar varsın.” Ajda öyle söyledi bana, çok da doğru bir laf benim için.

Ama baktığında çok yorucu bir iş bu? 

Tabii çok. Çok zor. Ben bu hastalığımda bunu yaşarken eminim ki "Ölsün” diyenler oldu.

Yok artık. 

Oldu, diyenler de oldu. Ama çok fazla da arayan, soran, "Geçmiş olsun” diyenler oldu. "Hırsa bakar mısın, herif kalktı, ayaklandı, sahnelere de çıktı” diyenler de oldu. Onu diyenler de var. Ama bir de şöyle bir şey var. Hastanedeyken kendimi kaybetmiş yatıyorum mesela, ziyaretime gelmiş. Efendim ben teşekkür etmemişim diye küfür eden de oldu. Hatta Twitter’a, "Bana teşekkür etmedi” diye yazan oldu. Hastayken ben kendimi kaybetmişim, komadayım. Görmüyorum, ne olduğunu bilmiyorum. Zaten doktorlar bunlara diyor ki "Lütfen en yakınını çağırın.” Benim burada büyük bir ablam var, o da kanser hastası. O zaten gelemezdi , annem de hastaydı. Ötekiyle aramız pek iyi değil biliyorsun. Bir tane var. O Almanya’da, kız kalktı geldi. Bana kaç ay, dört, beş ay baktı; aslında beni ayağa kaldıran o oldu, biliyor musun. Bir de aşçıdır o. Bana böyle çorbalar yaptı. Proteinli şeyler yaptı. Bilmem ne yaptı, ayağa kaldırdı beni kız. Kız kardeşim. Böyle bir durum da yaşadık.

Sitemiz yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm haklarının sahibidir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
YUKARI