radyobir
radyobir

Deniz Gezmiş'in sevgilisi miydi?..

Elijah Wood'dan Antony Hegarthy'a birçok dünya yıldızının da hayran olduğu protest müziğin dev ismi Selda Bağcan, müzikteki 40. yılını '40 Yılın 40 Şarkısı' albümüyle kutluyor. Yasaklı 80'li yıllar... 'Deniz Gezmiş'in sevgilisi olduğu' söylentileri... 7 Haziran seçimlerinden sonra kendini nasıl hissettiği... Dünyada kendisine gösterilen ilgi... Hepsini konuştuk.

14 Haziran 2015 12:19 | Kategori: Kültür & Sanat

Geçmişte sürgüne gittiniz...

Şimdi ben sürgüne gitmedim, bu yanlış biliniyor. Ben 12 Eylül’den 6 ay önce ülkeye giriş yaptım. 87’ye kadar tam yedi buçuk sene çıkamadım ülkeden. Bilindiğinin tam tersi.

Niye, biz öyle biliyoruz.

Herkes öyle biliyor. Hürriyet gazetesi manşet attığı için öyle biliyorsunuz o sırada!

Peki o zaman biz sizi niye hiç görmüyorduk.

(Gülerek) Çünkü ben hapisteydim.

Hapisteydiniz?..

Tabii. Şöyle, şimdi bu manşet atıldığında 80 darbesinden sonra 81’de bu manşet atıldı. İşte ‘Yurt dışında kaçak sanatçılar’ falan diye... Ben halbuki yurt içindeyim ama Hürriyet’te manşetsin beş kişiyle beraber; Melike Demirağ, Şanar Yurdatapan, Cem Karaca, Sema Poyraz -tiyatrocuymuş, hiç tanımam- Selda Bağcan. Beşimizi bir yerde olarak yurt dışında gösterdiler ve Türkiye aleyhindeki yürüyüşlere katılıyormuşum ben. Halbuki ilgisi yok, ben Türkiye’deyim çünkü yurda dön çağrısı aldım biliyorsunuz, hemen gittim teslim oldum ertesi günü ve serbest bıraktılar. Pasaportu gösterdim, tutuklanırım diye gitmiştim bavulla pasaportu gösterince. Biraz torpilim falan da vardı, tabi tanıdıklar yoksa zaten istediğin kadar pasaportunu göster...

O zaman...

O zaman sonradan da zaten kulağıma şöyle geldi, o tanıdıklar vasıtasıyla demişler ki ‘Onların pasaportuna güven olur mu?’, bakar mısınız yani sanki ben teröristmişim gibi. Ya pasaportum devletin pasaportu, sahte pasaport değil ki...

Peki hiç gitmeyi düşünmüş müydünüz o zaman?

Hiç düşünmedim tam tersine bilerek geldik biz. Bir darbe olacağını bilerek geldik. Hiç unutmuyorum 27 Nisan 1980’de, yani 12 Eylül’den yaklaşık 6 ay önce ben Türkiye’ye giriş yaptım zaten. 27 Nisan’ı da nereden biliyorum, 19 Nisan’da Eurovision yarışması oldu ve Ajda Pekkan ‘Petrol’ü söyledi. Ve ben de Berlin’de bir akrabam var, son konserimiz Berlin’deydi. Konserimiz vardı aynı gün ve o gün hemen o akrabamın evine gittim, Ajda Pekkan’ı seyrettim, ‘Petrol’ü oradan çok iyi biliyorum. Bir hafta sonra da yola çıktık Türkiye’ye. Herkes gitmeyin dedi darbe olucak, e olsun ben legal biriyim, illegal bir yönüm yok ki. Yani niye gitmeyeyim. Ama hep iftiralarla... Biliyorsunuz, şimdi de bu subayların başına gelen hep paralel yapının iftiraları... Tabi buna öbür yapı da dahil. Birlik olup... Zavallı subayların başına gelen iftiralar o dönemde de benim başıma geldi.

Hiç cezaevinde yatmadınız değil mi?

Yatmaz olur muyum, üç kere hapse girdim ben. 87’ye kadar pasaportuma el kondu, çıkamadım ülkeden...

Aa ne kadar garip...

Ama ne kadar anlatsam boş, ilk yazılan kalıyor. Ertesi günü Hürriyet’te çıktı, ben burdayım falan diye ama o ikinci sayfada küçücük çıkınca görünmüyor tabi.

Şimdi bu yaşadığımız dönemde hiç "Gitsem ya...” oldunuz mu?

Ya şöyle, yani eğer rejim değişip de gerçekten bütün kadınlar başını örtecek derlerse burası bizim için bir cehennem olacak, burası yaşanmaz olacak Türkiye. Belki o zaman düşünebilirim ama şimdi bu yaştan sonra da ne yapacağız dışarıda. Bu ülke var ya bu ülke bu Allah’ın cezasını vermeyeceği ülke, o kadar hepimiz hastayız ki!.. Buraya, bu sıcak insanı ilişkilere hastayım!

Siz hep politik birisi miydiniz?

Hep öyleydim evet...

Gençken de mi, ortaokul yıllarında?..

Gençken de. Yani şöyle solcuyduk. Ama mesela bizim annemiz Nazım Hikmet’e ‘vatan haini’ diyenlerdendi. Fakat sonra o bizi aştı, otobüslerde başladı Demirel aleyhinde konuşmaya... Ecevit’ciydi annem.

Hep politikayla ilgilendiniz, hayatınızın her evresinde...

Evet ortaokul, lise, yıllarca… 68’de ben fakültenin ikinci sınıfındaydım, Ankara Fen Fakültesi Fizik Bölümü ikinci sınıf öğrencisiydim. Forumlar oluyor, işte grevler, boykotlar, okula gidilmiyor... 70’li yıllar, 68 kuşağının heyecanı... Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’ye de geldi o. Deniz Gezmişler, Mahir Cayanlar... O heyecanı bilemezsiniz, yani müthiş bir şeydi o.

Benim büyüdüğüm dönemde siyasetle ilgilenmek çok kötü bir şeydi.

Evet öyle korkuttular sizi 80’den sonra. Yeğenlerim de korktu. Kardeşlerim benim başıma gelenlerden onlara aman dur sus demekten onlar son derece apolitik şimdi.

Oysa sizin başınıza bin misli gelmiş.

Tabi canım tabi en kötüsü geldi hapis ne demek ya... Bir de İsa Armağan diye biri vardı. Ve Mustafa Pehlivanoğlu. Bu ikisi Balgat’ta kahveyi tarayarak 7 kişiyi öldürdüler. Balgat Katliamı diye geçti. 7 kişiyi taradılar kahvede. Bir tanesi idam oldu, Mustafa Pehlivanoğlu. Tayyip (Erdoğan) bey de gözyaşı döktü onun için, nişanlısına yazdığı mektubu okudu… 7 kişinin katili oysa gözyaşlarını döktüğü insan, anlıyor musunu? İsa Armağan denen adam da benim peşime düştü, zannettik ki... Benim plak şirketimin müdürü dedi ki biri geldi, koltuğunun altında kalın bir şey... Onu tabanca zannetmiş. Seni sordu dedi, İsa Armağan dedi. O sırada da onun resimleri çıkıyor, İsa Armağan, bir kaşı da böyle yarık falan... Ondan sonra o olayı hatırlıyor musunuz, Balgat Katliamı’nı?

Yok bir Balgat var ama aklımda...

Çok küçüksün sen daha o zaman, hani şimdi aklınızda kalmaz. Ondan sonra peki Tayyip beyin gözyaşlarını döktüğü var mı aklınızda, Mustafa Pehlivanoğlu...

Sonra… Siz peşinize düştüğünü zannediyorsunuz İsa Armağan’ın…

Zannediyoruz. Eve gidip gelemiyoruz. O sıra da Ankara’dayım. Mehmet Dalmaz’ın arabasıyla İstanbul’a geldik, eve giremedik. Samim Değer var, yönetmen. Onun evinde kaldık. Bir ay sonra ortaya çıktı ki adam eve de gitmiş. Bu defa komşular ay İsa Armağan geldi diyor. Benim ödüm patlıyor, herif idamlık son vurgununu yapıp gidicek diye düşünüyoruz. Sonra bir gün yine plak şirketine gitmiş. Bizim müdür çok cılız bir çocuktur ama çok kahraman yürekli biri, üstüne atılmış bunun. Ne istiyosun sen Selda hanımdan diye. Çocuk demiş ki ‘imza istiyorum’. Meğer İsa Armağan filan değil, sadece benziyormuş ona!

Ne korku ama?..

Çok. Öyle tipler var, gelir karşısında beklerler. Ben biliyorum ama ben görmedim adamı. Ben görsem anlardım hemen, imzayı da verir yanaklarından da öper yollardım.

Selda hanım hiç aileniz demez miydi "Tamam kızım artık yapma bu işi. Biz korkuyoruz, ürküyoruz” diye...

Yok yok hiç öyle bir şey demeye haklarının olmadığını her zaman bildiler. Öyle bir şey hiç demediler, hep iftihar ettiler. Yalnız erkek kardeşlerim, işte çocuklarının başına gelmesin diye son derece apolitik yetiştirdiler...

Şimdi çok politik bir halaları var ama...

Kendileri değil ama hepsi de şarkıcı biliyor musun, çok şekerler. Sonat Bağcan, Serenat Bağcan.

Bu yetenek kimden geliyor, babanızdan mı annenizden mi?

Babadan. Annede de var ama babam bütün enstrümanları çalardı. Veterinerdi kendisi, veteriner hekim, Van’da öldü adamcağız. 1957’de öldü, ben dokuz yaşındaydım. Kinyas Kartal vardır meşhur, meclis başkanıydı. Remzi Kartal’ın amcası… Remzi Kartal Brüksel’de biliyosun PKK’nın önemli isimlerinden.

Sizin akrabanız...

Akrabam değil, babam onun köylerine gitti. Ağa adam, babam da köylerine gider, aşı yapar hayvanlarına. Toprak ağası bunlar ve hayvanları var. O köylerden birinde nerden kaptıysa tifo o yıllarda. Tifo şimdi ölünmeyecek bir hastalık yani ama o yıllarda ölümüne üç gün kala teşhis koydular tifo diye. İşte Ankara’dan eniştem de Sağlık Bakanıydı o zaman, teyzemin kocası. Uçakla ilaç yolladılar falan ama kurtaramadılar, gitti tifodan öldü, inanılır gibi değil...

Selda hanım bu ‘Yüzüklerin Efendisi’ndeki çocukcağız (Elijah Wood) ile karşılaşmanız nasıl oldu?

Daha önceden biliyordum ben zaten onun hayranlığını, yazıldı çizildi. Bazı yerlerde demiş "Selda Bağcan’ın sesini duyduğumda aklımı kaçıracak gibi oluyorum” diye... Ben bunu Hürriyet’te okudum zaten. Sonra Ekşi Fest’e çağırmışlar. Orada tabi önce kuliste kucaklaştık, çok sıcakkanlı, çok mütevazı, demezsin dünya starı diye, öyle sıradan biri gibi kucaklaştık. Konseri izleyeceğini söyledi. Konserde bir daha kucaklaştık sahnede...

Nasıl keşfetmiş sizi?

Ben zaten dünyada meşhur oldum, yani bu çocuğun keşfetmesi yeni değil. 2006’da plağım çıktı yurt dışında, bütün dünyada... İngilizlerle mukavele yaptım, adamlar sahtekar çıktı, durmadan yayımlıyorlar, ben de ses çıkarmıyorum hani işime de geliyor, mukavelemiz beş yıldı hesap ekstrası gönderiyorlar satışlarla ilgili fakat para yatırmıyorlar bankaya.

O da güzelmiş!

İnanılır gibi değil, beş sene sonra bitti mukavele aslında. 2011’de bitti ama dört senedir de basıyorlar. Hani ben de basın diyorum, herkes basıyor artık plakları korsan.

Bu hayvanseverliğiniz de babanızdan mı?

Tabi bizim 50-60 köpek, 50-60 kedi olurdu. Van’da lojmanda kalıyorduk, hayvan hastanesinin başhekimiydi babam.

Siz konservatuar mı bitirdiniz?

Hayır ben fizik mühendisiyim.

Fizik bölümü mezunusunuz ama yapmadınız hiç...

Evet yapmadım ama yeğenlerim yakama yapıştı ders ver diye. Mahalle çocukları fizik ve cebir dersleri verdim. Özellikle 12 Eylül’den sonra çok boş vaktim oldu. Konser izni verilmedi zaten 7 sene. Yasaklıydım. Ama şöyle yasaklı, yani zaten çağırmıyorlardı bu belalı diye, izin alamayız diye. Ön yargı vardı. Bunu Egemen Bostancı deldi.

İlk öyle mi çıktınız?

Yürekli bir adamdı. 82’de bize konser yaptı. Erol Evgin var, ben varım. Onun bir afişi var bende, baya baya bi sanatçı var. Şan Sineması’nda konser yaptık ki, olağanüstü geçti.

Nasıl geçindiniz o sırada Selda hanım, 7 yıl gelir yok.

Yedi yıl aç kaldık sayılır. Almanya’dan getirdiğim turne paralarıyla bir dükkan almıştım Samanyolu Sokak’ta, onun kirası vardı. Bir yandan da Ferhan hanım, menajerim, onun bir işi vardı, onun getirdiği parayla geçiniliyordu. Yine bu kadar kötü değildi, o zaman enflasyon başlamamıştı daha.

Özlemiyor muydunuz sahneyi?

Çıkıyordum arada, yılda bir iki konser yapıyorduk ama çok değil işte, bir iki konserle aç kalırsın. Ne alıyorsun ki zaten konserlerden, ne kadar alsan hani memurdan hallice ama o dönemde de ne aldığımızı hatırlamıyorum, yani sonra 87’de şansım açıldı. İngiltere’den çağırdılar beni, 86’da Womad festivaline, Peter Gabriel’in desteklediği bir festival bu. 86’da gidemedim pasaport yok. Mustafa Ekmekçi vardır gazeteci, onun haberi olmuş. Bana telefon açtı, dedi ki, Adnan Kahveci senin telefonunu istiyor, ben dedi ona yaptıracağım bunu. O yaptı pasaportumu. Pasaport elime geldi 87’de tekrar çağırdılar. 86’da bana izin verilmeyince ordaki festivalin çok kanına dokundu benim bir şarkımı koydular festival plağına, ‘Türk Köylüsü’ diye, beste benim, şiir Nazım Hikmet’in ve festival plağı dünyayı dolaştı, bana da her yerden teklifler geldi.

Şimdiki aklınızla yine politik bir kimlikle mi sahneye çıkarsınız, yoksa politik kimlikten sıyrılmış bir şekilde mi?

Politik kimlik artık üzerimize o kadar yapışmış ki... Bir de zaten artık ruhumuza işlemiş başka türlü olamam.

Sizin için hep bir rivayet vardır, Deniz Gezmiş’in sevgilisi derler size...

Evet o hep var. Şimdi aynı dönemlerde öğrenciyiz. O İstanbul Hukuk’ta...

Evet sizde Fizik’tesiniz..

Evet, ben Ankara Fizik’teyim, yani yollarımızın kesişmesi mümkün değil. O gelip, sonradan öğreniyorum, Ankara’da ODTÜ’de kalırmış, gecelermiş oralarda, hani eylemci oldukları için. Bir de ben eylemci değildim zaten. Yani tamam boykotlara katılır, eve gider ders çalışırdık. Bu laf nerden çıktı? 1971’de ilk plağım çıktı, onlar da içeride. Dediler ki ‘Mapushanelere Güneş Doğmuyor’u bu sevgilisi için söylüyor...

Hiç karşılaştınız mı?

Hiç rastlaşmadık ve bu şehir efsanesi olarak gittikçe yayıldı, yayıldı, benim bundan 76 yılında haberim oldu. Yani çıkışımdan beş sene sonra bir kız geldi kuliste bunu soruyor. Sonra 2000’li yıllarda ufacık bir kız geldi, ‘Size bir şey sorabilir miyim’ dedi, ‘Sor kızım’ dedim, ‘Siz hiç Deniz Geçmiş ile çıktınız mı?’ dedi. Ben de ‘Yok kızım, çıkmadık’ dedim.

Siz herhangi bir fraksiyona dahil miydiniz?

Ben hiçbir fraksiyonu seçmedim. O sıra bana da baskı yapılıyor konser kulislerde falan. Herkes Devrimci Yol zannediyor, Devrimci Yol aktif o dönemlerde, konserleri onlar yapıyor genelde. CHP’nin gençlik kollarıyla birlikte konserler yapıyorlar, biz de gidiyoruz. Hatta Cem Karaca ile de konserler yapıyorduk o dönemde. O Aydınlıkçı olmuştu, bana da baskı yapıyordu.

O zamanki politik bilincinizle şimdiki Türkiye’ye nasıl bakıyorsunuz Selda hanım?

Valla başımıza bir felaket geldiğine inanıyorum.

Felaket?

Doğal felaket, yani AK Parti’nin bu kadar dini kullanması, yani %40 oy almışlar, inanılmaz, yani bu kadar hırsızlık yolsuzluğa rağmen %40 oy almak sadece o meydanlarda Kuran’ı gösterirsen olur! Herkes bu insanları dindar zannediyor. Yahu dindar değil, dinde yok böyle şeyler! Yani sırf din istismarı nedeniyle %40 oy alıyorlar ve bir doğal felaket olarak görüyorum başımıza geleni.

HDP’yi nasıl buluyorsunuz?

Son derece akıllıca konuşuyolar, ödünç oyların farkındalar. Ben demiştim, etrafımda belliydi yani %13-14. Tahminim gibi de çıktı.

Siz de rahatladınız mı, üzerinize bir rahatlama geldi mi?

Aynen. Şimdi mesela Can Dündar’a destek veren 400 kişiden biriyim. Seve seve imzaladım. Olabilir mi böyle bir şey, adam özgürce konuşmuş, ne var bunda. Sonra bu MİT TIR’ları falan… Davutoğlu demiş ki "Size ne ya, ne ilgilendirir sizi!” Tabii ki de ilgilendirir! Halkı ilgilendirmez mi ya, sen oraya silah taşıyorsan… Arkadaşlarım bir korktular, "Senin de başın belaya girecek” diye. Dedim "Ya bu korkulacak bir şey değil.” Öncen "Korkmayın” diyordum, şimdi birkaç gündür hele, hiç korkmuyorum! İyice şaşırdılar… Bak 2007’de Ergenekon dedikleri zaman o kadar içim yandı ki benim. Öyle bir örgüt yok çünkü, tamamen iftira. Ve 2007’de başladı bunlar, paralel yapıyla. Bir paralel bu, bir paralel de o! İki tane çizgi bunlar, birbirinin paraleli! Suçluyorlar ya paralel falan, siz de paralelsiniz! Bunları hep yaz. İki çizgi! Bir paralel Feto, bir paralel de AKP.

Eskiden de bu kadar magazin var mıydı Selda Hanım?

Tabii canım magazinin alası vardı. Saklambaç vardı. Hafta Sonu en bela…

Şimdi nasıl görüyorsunuz magazini?

Çok yayıldı. Bir de bir sürü tanımadığım insan, birbirlerini kullanıyorlar. Dizileri hiç seyretmem.

Niye?

Bir kere vaktimiz yok, bir de meraklısı değilim. Dizileri açacağıma Digitürk’te bir sürü film var. Yeşilçam filmi yerine Hollywood filmleri seyrediyoruz! Dizilere ısınamadım. Güzel dizi çekiliyor da bizi açmıyor, yapay geliyor. Sahneler güzel, bu kadar insan da aptal değil ya, beğeniyorlar… Ben hiç seyredemiyorum ve magazinde de başrolde onlar. Birbirlerini kullanıyorlar, o onunla oluyor, o onunla… Evleniyorlar, bir ay sonra ayrılıyorlar. Bu nasıl bir çirkinlik ya!

Mesela bu günlerde şarkı söyleyenlerden sesini duyduğunuza "Of ya, tüylerim diken diken oldu” dediğiniz var mı?

Güzel olduğu için mi? Çirkin olduğu için mi?

İkisi de!

Kendi sesime oluyor, inanır mısın? O çok enteresan bir şey. Son yıllarda hassaslaştım bir de herhalde, ağlayıveriyorum hemen. Şu albümde iki parça var, kendi seçtiklerim dedim ya: Birisi ‘Ağlama Anne’, Sezen Aksu’nun sözlerini yazdığı, diğeri de bir Azeri şarkısı ‘İlkbahar Geldi’. Bir Azeri daha var; ‘Oku tar’ diye. Onu her duyuşta, kendi sesimi, tüylerim diken diken oluyor. Bu daha önce olmazdı, gençliğimde falan. Şimdi şimdi böyle oluyor.

Mesela Ebru Gündeş’in sesi şahane...

Güzeldir, beğenirim. Alto. Üç tane alto kadın var Türkiye’de. Birisi o, birisi Mine Koşan, biri de Muazzez Ersoy. Başka alto yok, Türkiye’de. Nükhet ve Sezen beni çok sever, ben de onları severim, bir de Ajda Pekkan’ı severim.

Türk popüler müziğinde siz bir uçta duruyorsanız, Ajda Pekkan diğer uçta. Dışarıdan biri ‘Hiç anlaşamazlar” diye düşünür.

Tam tersine. Öpüşürüz, koklaşırız rastlaştığımız zaman. Ve ben ona hayranım ya. Nasıl hayran olmayacaksın?

Nesine hayransınız?

Benden büyük bir kere. Ve sahnede, şarkı söylüyor. Ve çok güzel, çok bakıyor kendine. Yani tam benim opozitimde.

Ama siz çok çok meşhur olduğunuz dönemde makyaj yapmadan sahneye çıkan, sazıyla şarkısını söyleyen bir sanatçısınız. Ajda Pekkan estetikleriyle gündemde.

Ama şimdi herkes onun yoluna döndü ne haber… Ama bu müzik aşkı var ya o nedenle sanatçılar birbirini çok severler. Kıskanırız tabii ama kendi yeteneği gibi bir başkasında bir yetenek görünce başka bir elektrik oluyor.
Bana sorsanız ünlüler birbirini acayip kıskanır. Yanyana durur ama arkası dönüp saydırır.
Bunu yapan da vardır ama sizin gibi yetenekli biri sıradan biri değil ki, başka biri. Sizinle aynı duyguları, yeteneği taşıyor ve sizin için farklı birisi.

Rakip diye bir şey var hayatta.

İşte benim rakibim yok. (Gülüyor) Avantajım bu….

Daha sonradan gelen Sebahat Akkiraz var…

Ama o benim rakibim olamaz, ne alakası var canım. Benim rakibim yok, Türkiye’de hiçbir zaman da olmadı. Edirne’yi aştığın zaman yok bu insanlar. Tanınmazlar.

Sizi tanıyorlar mı?

Acayip tanıyorlar. Bakın son bir hatfada olan bir olayı anlatayım. Zürich yakınlarında İsviçre’de bir festivale gittim. Alterntaif bir festival, bir hippi festivali, çadırlarda filan kalıyorlar. Ben çıktığımda bütün ahali toplandı, gecenin 11.30’unda ve şarkıları benimle birlikte söylüyorlar. Ben şu anda dört şarkısı dünyada hit olmuş bir insanım. ‘İnce İnce Bir Kar Yağar’, ‘Yaylalar’, ‘Yaz Gazeteci Yaz’ ve ‘Mehmedim’ . Orada 3-4 bin kişi vardı.

Biz bunları hiç bilmiyoruz?

Ben ne yapayım, nasıl anlatayım. Anlatıyorum işte şimdi size. Gazetelere de duyurmuyor değiliz. Bazen çıkıyor, ama belki onlar da alıştı artık. Her gün her gün çıkmıyor tabii.

Antony and The Johnsons grubunun solisti Antony Hegarthy var. Bu adam da bana hayran. New York’ta bir kafede dinlemiş beni. Sonra İnglitere’de Meltdown festivaline çağırdı beni, onun sayesinde gittim Queen Elizabeth Hall’da, hepsi yabancı… Sonra New York’a gittim Lincoln Center’da yine hepsi yabancı. O siyahi kadınlar filan böyle böyle ağlıyor ‘Oğul’u söylerken. Bir tek kelimesini bile bilmez ama ağlıyor. Antony, Türkiye’de Açıkhava Tiyatrou’nda son konserinde benim şarkımla çıktı. ‘Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi’. O konseri yapan İKSV var Türkiye’de. Onların da dikkatini çekti. Yabancılar bu kadar beğeniyor filan. O zaman oradan aradılar, festivalin 40. yılıydı, sizinle konser yapalım filan diye. "Hayır”, dedim "Sizinle konser yapmıyorum”. Neden? E, ben 40 yıldır şarkı söylüyorum. Antony beğendi diye mi ben oldum. Trilyon da verseniz konser yok. "Bir daha gözden geçirin” filan dediler ama yok. Bir de böyel bir tarafım var, inatçı.

Müzik dinler misiniz gündelik hayatta.

Dinlerim ama bana yarayan şarkıları. Söylemek istediğim şarkıları filan. Ama zaten kuşatma altındayız, televizyon radyolar filan orada dinliyorsun. Bir de plakçıyız, Unkapanı’ndayız tabii orada her halde ucuza alıp dinliyoruz yeni çıkanları filan. Bir kere dinleyip atıyoruz sonra. Ne yapmışlar gibi bakıyor, piyasayı takip ediyoruz.

Demet Akalın’ları, Gülşenleri, son dönemin hit’lerini beğeniyor musunuz?

Beğeniyorum vallahi. Çok abartmayalım ama beğeniyorum. Mesela Gülşen’in ‘Of Of’ diye bir şarkısı var, çok güzel. Nazan Öncel’in de güzel şarkıları var…

Sitemiz yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm haklarının sahibidir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
YUKARI